Kadim Teyp’imin konuğu bu kez Fuat Özalpoğlu oldu.
İki ‘sonradan Yalovalı’ oturduk birkaç saat Erzurum’u konuştuk, söyleştik, eskileri yad ettik.
O bir Veyisfendi mahalleli, Gavurboğanlı da sayılır.
Yiğit lakabı ile anılır, Erzurumlular onu Guşgana Fuat diye tanır bilirler.
Bu arada bilmeyenler için guşgananın ne olduğunu açıklayalım.
Guşgana yayvan tencere demek. (TDK)
Kuşhane’den geliyor.
Kuşhane Erzurum ağzında guşgana’ya dönüşmüş.
Fuat Özalpoğlu’nun Guşgana lakabı nereden mi geliyor, onu da anlatacağız elbet.
Biraz sabır.
Bedeni sanat aşkına göç ettiği Yalova’da olsa da dört damarı bay pass’lı yüreği Erzurum diye atan bir has dadaş o.
56 yaşında.
Kalp hastası anasını muayeneye götürdüğü doktor ‘sakın üzmeyin, güldürüp eğlendirin’ deyince eş dost ve konu komşuyu taklit edip güldürerek başlamış sanat hayatına.
Bu yeteneği onu ünlü bir tiyatrocu yapmış.
Zor olan insanları güldürmektir, Guşgana Fuat da zoru başarmış.
Guşgana kaynamaya başladı ve bakalım o guşganada Guşgana Fuat ne pişirdi.
İlkokulu Cumhuriyet ilkokulunda, ortaokulu hepimizin GAMPO diye adlandırdığı Gazi Ahmet Muhtar Paşa ortaokulunda, liseyi de Endüstri Meslek Lisesinde okumuş.
Nasıl başladın komedyenliğe diye soruyorum, tüm samimiyeti ve gülen yüzüyle yanıtlıyor;
YANSILAYARAK
“Anam kalp hastasıydı. Doktora götürdük. Morale ihtiyacı var, sakın üzmeyin, güldürüp eğlendirin’ dedi. İlkokul ikinci ya da üçüncü sınıftaydım henüz. Akşamları küçük espriler ve taklitlerle başladım anamı güldürüp eğlendirmeye. Anamın karşısına geçip ailemdeki insanları ve konu komşuyu taklit ediyordum. Erzurum tabiriyle yansılıyordum. Ablalarım teyzelerim ve komşularım benim kaynak kişilerimdi. Anam beni izlerken kahkahalar atardı. Anamın o kahkahaları beni çok mutlu ederdi, yüzünden gülücükler eksik olmazdı. Anamın moral kaynağı bendim. Anamı mutlu etmek için başladığım bu uğraşım ile tiyatroculuğumun ve komedyenliğimin temellerini atıyormuşum meğerse. Bunu sonradan anladım. Çok da faydasını gördüm. Hayat yoluma çok önemli bir iz bırakan bir şahsiyeti burada anmadan geçemeyeceğim. O kişi de okul müdürüm ve beden eğitimi öğretmenimdi.
Bakın anlatayım.
ÖMRÜN UZUN OLSUN TOGAY ÖĞRETMEN
Gazi Ahmet Muhtar Paşa ortaokulunun henüz birinci sınıfında okurken okul müdürü ve beden eğitimi öğretmeni Togay Bey benim bu espri gücümü ve tiyatro yeteneğimi görmüştü biliyordu. Beni okulun tiyatro koluna almıştı. Tiyatro kolundaki çalışmalar bu yeteneğimin daha da gelişmesine neden oldu. Okulda bir oyun yazmıştım. Sonradan sahneledim de. Adı ‘Bayılan Çay Fuat’ idi. Oyun kahvehanede geçiyordu. Mahalle insanının kahvehanede bir araya gelmesiyle başlayıp, o yıllarda henüz yaşanmasa da bir kadın ile erkeğin o kahvehanede tavla oynamasıyla sürüp giden bir oyundu. O dönem bir kadın ile bir erkeğin kahvehanede karşı karşıya oturup tavla oynaması sadece hayalden ibaretti. Bu arada düğünlerde güldürü programları yaparak tiyatroculuk serüvenime devam ettim. Erzurum’un meşhur dehlenk oyununu oynadım. Babam müzisyendi, sahneye ısınmamı orada tutunabilmemi kolaylaştırdı.
MURAT BALKUŞ
1992’de Murat Balkuş adlı arkadaşımla Erzurum’un yerel televizyonu Kanal 25’te program yapmaya başladık. Benim için çok değerlidir, çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Murat’ı sahneye ben çıkarmışımdır. O da bana medya desteği vermiştir. Bu sayede aynı ekranda buluştuk. Erzurum halkı programlarımızı çok beğendi.
GRUP CELLO BELLO
Kanal 25’de programlarımız çok beğenildi. Devam ettik programlara. O yıllar Türk Halk Müziğini arabeske ya da popa çeviriyorlardı. Bir grup kurduk ve adını da cello bello koyduk. Cello bello Erzurum’da çoluk çocuk demektir. Siz yaparsınız da biz yapamayız iddiasıyla Erzurum türkülerinden bir konsept hazırladık. Mesela sabunu koydum legene ve kavurma koydum tasa türkülerini popa çevirdik.
GUŞGANA FUAT LAKABININ ÖYKÜSÜ
Murat Balkuş beni radyodaki programına davet etti. Gece programıydı. Gel dedi yayın yaparken yanımda otur aralarda muhabbet ederiz dedi bana. O arada istek parçalar çalınıyordu radyoda. İlerleyen saatlerde bir dinleyici Kazancı Bedih’den ‘Benim naylon tarağım var almağa gelin’ adlı parçayı istedi. O sırada efkarlandım ben. O zamanlar sesime de güveniyordum. Ben de attım eli kulağa yine Kazancı Bedih’den bir uzun hava söylemeye başladım. Murat Balkuş meğerse sesimi yayına vermiş, ben farkında değilim. Devam et dedi bana ben de devam ettim. Bana ne kadar güzel yorumladın aynı Kazancı Bedih gibisin dedi Murat. Bir anda telefonlar çalmaya başladı. Yanınızdaki sanatçı kim diye soruyorlardı. Murat da ses sanatçısı değil o tiyatrocu dedi. Arayanlar övgüler düzdüler bana. Ses oktavım çok yüksekti. Arayanlar kim bu demeye devam edince, Murat Balkuş dedi ki Şanlıurfa’nın Kazancı Bedih’i varsa, Erzurum’un da Guşgana Fuat’ı var. Bu lakap 1993’ten beridir üzerimde. Patentim oldu. Halk da beni öyle tanıdı bildi. Hiç çizgimden aile terbiyemden ödün vermeden devam ettim.
YALOVA’YA GÖÇ
Guşgana Fuat, 2001 yılında Türk Telekom’da görev yaparken tayin istemiş ve Erzurum’dan Yalova’ya göç etmiş.
Sebep?
Sebebini o anlatsın;
“Erzurum’dan göç etmeden önce İstanbul’a ya da diğer illere programa gidip geliyordum. Erzurum’dan ulaşım zor ve uzundu. Yorucu oluyordu. O yüzden tayin isteyip Yalova’ya geldim. İstanbul ve Bursa’daki Erzurum gecelerine gidip gelmeye başladım. Buralarda Erzurum sanatçısı yoktu. Sadece 12 Martlarda Erzurum’un Kurtuluş gecelerinde sanatçı getiriyorlardı. Ben o eksiği giderdim ve gecelerde gösteri yapmaya başladım. Patladı adeta. İstanbul’da Muhlis Bey’in bir cağ kebap salonu vardı. Orada her hafta cuma günleri program yapmaya başladım. Program haftalarca devam etti. Methimizi duyan mekânı tıka basa doldurdu. Mekân yetmemeye başladı. Ben de her hafta yeni bir konsept ile çıkıyor, izleyicilerime Erzurum’un yeni esprilerini sunuyordum. Bu arada Avrupa turnelerim oldu. 2014 yılında kalbimden rahatsızlandım. Doktorlar sahne performansını yasakladılar bana. Sonunda sağlık nedenleri ile sahneyi bıraktık ancak dost meclislerinde aile toplantılarında espriye devam ediyorum tabii ki (Gülüyor). Erzurum’da espri bitmez çünkü”.
Fuat Özalpoğlu haklı olarak bir vurdumduymazlıktan ve ilgisizlikten söz etmeden geçemiyor.
“Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz bölgesi kadar ilgi ve destek görmedik nedense. Ha biri vardı, Allah için hakkını yememek lazım; eski Fenerbahçe Başkanı Hasan Özaydın. Gemlik’te gece programı yaparken Savaş Ay ile birlikte bizi izledi. Orada bizi çok beğendi, elinizden tutacağım dedi. Kartını verdi ve haftaya yanıma gelin diye davet etti bizi İstanbul’a. Ne yazık ki Hasan Özaydın iki gün sonra rahmetli oldu. Şanssızlık diyelim ve Hasan ağabeye rahmet dileyelim bu vesileyle. Erzurumlu bürokratlardan bu desteği göremedik. Oysa biz bir Karadeniz lehçesi gibi Erzurum kültürünü ve lehçesini Türkiye’ye tanıtmak istiyorduk, olmadı. Bu arada söylemekten geçemeyeceğim, bir sanatçının arkasındaki en büyük destekçisi eşidir. Maalesef bizim Erzurum’da o yoktur. Erzurum’da program yaparsın eşin kalkar der ki, bırak artık yaşlandın. Şunu söylemeye çalışıyorum; insanları teşvik edecek, özendirecek aile yapımız ve insanımız yok maalesef. Bende de vardı aynı kafa, oğlum topçu olmak istedi, olmaz oku ayaklarını kırarım dedim. İzin versem belkide oğlum iyi bir futbolcu olacaktı. Pişmanım. Bana yapıldı, benim evladıma yapmamam lazımdı”.
CÜNEYT GÖKÇER’İN DAVETİ
“Okulum GAMPO’nun müdürü meğer ünlü tiyatro sanatçısı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürü merhum Cüneyt Gökçer’in asker arkadaşıymış. Ortaokulda tiyatro kolundayken o size bahsini ettiğim yazdığım oyunu sahneleyecektim. Meğerse müdürümüz Cüneyt Gökçer’i de davet etmiş geceye. Geldi, en önde onu görünce dünyalar benim oldu ama elim ayağım birbirine karıştı. Onun Hz. Ömer filmini izlemiş ve çok etkilenmiştim. Merhum Gökçer sahnedeki başarımdan etkilenmiş ve benimle görüşmek istemiş. Müsamere bitti, müdür bey beni aldı sahne arkasına götürdü, Cüneyt Gökçer oradaydı. Bu oyunu hem yazdın hem oynadın öyle mi dedi, evet dedim. Çok mutlu oldu. Babamı çağırttı. Babamdan beni konservatuvarda okutmak üzere istedi. Bütün eğitim giderlerimi devlet karşılayacaktı. Babam onay vermedi. Sebep? Oğlum kötüye yola düşer, içki içer vs gibi sebeplerle. Babam önümü kesmişti. O sırada annem de rahatsızdı. Annenim bana düşkünlüğü yüzünden de göndermek istemedi. Hayata 1 – 0 yenik başlamıştım orada adeta. Şükürler olsun bugünlere kadar geldik”.
2013 yılında ameliyat oldum. 2014’de de emekli oldum. Eskiden Erzurum gecelerine katılmakta bir zevk ve istek vardı. Gecelerde sanatçılar ücretlerini konserden önce peşin alırdı. Herkes giderdi temizlikçilerle biz kalırdık. Biz o günleri de gördük. Yine de Erzurum’a ve Erzurumlulara sahip çıktık. Artık emekli hayatı yaşıyorum, huzurluyum, canım sağ çok şükür. Kalbimde dört damarım değişti, bypass oldum. Ancak gayet iyiyim. Bir dostuma ait bu taksi durağında idare müdürü olarak çalışıyorum. Evde dursam hanım gel şu evi beraber süpürelim diyecek (Gülüyor). O yüzden kendimi dışarıya atıyorum. Bu arada birçok sanatçı ile tanıştım. Bunlardan birisi İbrahim Erkal idi. Onu rahmetle anıyorum memleketi için çırpındı ve çok şey yaptı. Yavuz Değirmencioğlu’nun çok desteğini gördüm. İzzet Altınmeşe mesela, eşi Erzurumlu olduğu için ayrı bir dostluğumuz oldu. Belkıs Akkale yine. Kıbrıs’ta program yaparken Ferdi Tayfur şöyle demişti, insanlar bana hayran ama ben de bir kişiye hayranım, o da Hüseyin Altın. Çok gururlanmıştım. Birgün bir Guşgana Fuat vardı deyip beni anarlarsa ne mutlu bana.
Erzurum’u ve eski Erzurum’u çok özlüyorum elbette
Fuat Özalpoğlu’na kadim Erzurum’u çocukluğunun ve delikanlılığının geçtiği o yılları soruyorum. Özlüyor musun o yılları ve Erzurum’u diyorum. Derin bir nefes alıyor, gözleri buğulanıyor ve yanıtlıyor:
“Nasıl özlemem? Çook özlüyorum çoookk. Kar tayalarından başlamak isterim. Evimizin önünde mahale sokaklarında biriken kar tayalarını. Hani Murat Balkuş’un bir şiiri var ya, ‘Eskiden kar yağardı Erzurum’a’ diye. İşte öyle kar yağardı o şehre. Şimdi çocukların botu kabanı var. Bizim yoktu, üzerimizde annelerimizin ördüğü orlon kazakla damlarda biriken karları kürerdik. Hem dam temizlenmiş olurdu hem de o karla kardan adam yapardık. Hastalanmazdık. Ana babamız bilinçliydi. Eve geldiğimizde ellerimizi ve ayaklarımızı karla ovar daha sonra sıcak odaya alırlardı bizi hastalanmayalım diye. O yüzden hastalanmazdık, engellerdi bu bilinç”.
Elleri en büyük bakkala arardık
Devam ediyor Guşgana Fuat ve çocukluğunun geçtiği Erzurum’a dair çok güzel anılar anlatıyor;
“Babam bana delikli bir kuruş verirdi. O zaman şimdiki gibi market ya da bakkal yoktu. Tartı kullanmayan ve alacaklarımızı avuçlarıyla doldurarak veren bakkalları arar bulurduk. Mahallemizdeki elleri en büyük bakkalı yani. Niye biliyor musun? Tartı ile vermediği için o kocaman elleriyle avuçlar verirdi alacaklarımızı. Bol kepçe olurdu anlayacağınız. Mesela bir avuç leblebi, bir avuç kişmiş (çekirdeksiz üzüm) alırdık. Tabii ki bol bol ya da tepeleme dolu olurdu. Giysilerimizin cebi yoktu. Kazağımızın eteğini ters çevirir aldıklarımızı oraya doldururduk. Kimin eli büyükse gider ondan alışveriş yapardık anlayacağınız. Şimdi leblebi istediğinde tartarken torbadaki birkaç gramı geri döküyor kuruyemişçi. Ayrıca lati lokum, golden sakız, golden çikolata ve şemsiyeli çikolatalar vardı”.
Horoz şekeri ile iftar ederdim
Fuat Özalpoğlu eski Erzurum ramazanlarına da değiniyor. İlk kez oruç tuttuğunda babasının iftarlık olarak aldığı horoz şekerini unutamıyor.
“Babam horoz şekeri almıştı ilk oruç deneyimimde. Orucumu horoz şekeri ile açmıştım. Sonraki yıllarda da bu gelenek devam etti. Horoz şekeri elimde topun patlamasını beklerdim. O sırada evlerine giden yaşlılara yardım ederdim. Filelerini taşır, kollarına girerdim. Onlar da bana şeker verir sevindirirlerdi beni. O alışkanlığım hiç kaybolmadı. Hala yolda bir yaşlı görsem arabama alır gideceği yere kadar götürürüm. Geçmişteki o tat hala damağımda. Çok özlüyorum o yılları. Bazen iki yumurta biraz susam alsam da fırına gidip kuyruğa girsem ramazan pidemi yaptırsam, sıcak sıcak ellerim yana yana koşturarak evime gitsem diyorum. Yahut ta Erzincan kapıda kadayıfçıda kuyruğa girsem, tıpkı çocukluğumda ve delikanlılığımda olduğu gibi. Ha burada yok mu, var. Ancak o tat yok. Erzurum benim için ayrıcalıklı bir şehirdir. Herkesin memleketi kendine özeldir ama Erzurum benim için çok özeldir ve anlamı çok büyüktür. Çünkü orada çocukluğumu gençliğimi yaşadım, aşık ve bilye oynadım, bar tuttum, tiyatro yaptım. Şekerci Osman’ı hiç unutmuyorum. Allah nur içinde yatırsın. Her gün cumhuriyet caddesindeki dükkanına uğrar elini öperdim. O da bana hemen girişteki kutudan lati (boğaza hoş gelen) lokum ikram ederdi. Erzincan kapıda bakkalımız vardı, Sofi Dede derdik. Birgün ekmek alırken ahşap kasadaki lokumdan bir tane ağzıma attım. Görmemişti aslında lokumu aldığımı. Bana bir tokat attı. Tokadın acısını ve şaşkınlığını yaşadım ama sebebini anlayamamıştım. Meğerse lokumun pudrası ağzımın kenarına bulaşmış ve karşı dükkânın camekânından lokumu aldığımı görmüş, bu yüzden yemişim tokadı. Sofi dede hiç konuşmadı ve beni rencide etmedi ama bir tokatla bana hayat dersi verdi. Rabbim memleketimi hiç darda koymasın. Erzurumlunun ayağına taş değmesin, hep var olsun. İki üç yılda bir giderim memleketime. Asla araç kullanmam, her yerini yürüyerek gezerim, yaşarım. Herkes gidip bir cağ kebap yiyim der Erzurum’a giderken ama ben bir bardak suyunu içmeyi hiçbir şeye değişmem. Yalova’ya göç ettim ama memleketimi asla unutmadım. Yatırımımı da oraya yaparım. Ölmeden Erzurum’a bir şeyler götürmek lazım”.
Bu sene umre, kurada çıkarsam hacca gideceğim
Guşgana Fuat, bu sene umreye gidiyor, kurada çıkarsa da hacca gideceğini ifade etti. Bir Erzurum fıkrası anlatmasını rica ettim. Eşi ile yaşadığı fıkra gibi bir olayı anlattı.
Bakın nasıl?
“Birgün eşim ben pazara gidiyorum, beni pazara bırak yarım saat sonra al dedi. Ben de götürdüm ancak eve dönmedim, pazarın girişinde arabada hanımı bekledim. Geç kalınca cebinden aradım. Açmadı. Geç de kalınca merak ettim. Çaldırdıkça çaldırdım. Telefon açılmadı. Başına bir iş mi geldi endişesi ile pazara daldım. Baktım hanım geliyor. Yahu niye açmıyorsun telefonunu diye çıkıştım. Sen beni aramadın ki telefonum çalmadı dedi. Nasıl çalmadı, belki 30 kere aradım çıkar bak dedim. Çantasını açtı, buyur bak bakalım aramış mısın dedi. Telefon diye çıkardığı şeye baktım, evden çıkarken cep telefonu yerine televizyonun kumandasını alıp çantasına koymuş meğer. Dakikalarca gülüştük. Bizim hayatımız gülmece”.
İşte Guşgana Fuat’ın guşganasında pişenler.
Bir süzme Erzurumlu ile söyleştik.
Çok teşekkür ederim Guşgana Fuat, ömrün uzun güzel ve umduğun gibi olsun.