SOSYOLOJİK KADERİMİZ KARANLIK
İlk kısa paragrafta kardeşimiz haykırmış:
Şuraya bakar mısınız?
Din tüccarın elinde,
Bayrak namussuzun dilinde,
Milliyetçilik milliyetsizin ağzında,
Cumhuriyet ihanet edenlerin dilinde!
Bu ne yaman çelişkidir. Bir tane güvenilir kuruluş yok. Kala kala il, ilçe, köy dernekleri kalıyor. Onlardaki düşünce de 1500 yıl önceki zihniyeti yaşatmak için.
Yani kısacası her tarafımız çürümüş, dökülüyoruz. Şimdi bu derneklerin üstüne de şu yazı yazılıyor “Üye olamayan bu derneğe giremez”. O kadar bölünmüşüz ki bu kadar bölünme yetmemiş, insan bedenini bile ikiye bölmüşler: Sağ tarafı hayır işler, sol tarafı hayırsızlık.” (Fevzi Savas toprağımdan.)
Nasıl da bir hamlede sabi duygularla günü, anı, hali ve ahvali öz bir üslup ile ifade etmiş. Bu bir manifestonun özetidir, herkes okumalı! Şükranlarımı iletiyorum.
Baş dörtlüğe bir satır da bizden olsun: “Devlet ise ‘Devleti idare etmek için” diyerek gelip ‘Devlet benim!” diyenlerin elinde”.
Toplum mecburiyetleriyle sınanarak inanç ve etnik saplantılarla teslim alındı. Çeyrek asırdır üreterek değil tüketerek din ve etnik güç afyonuyla uyutuluyor. Millet, müşteri odaklı siyasetle demokrasi tiyatrosu seyrediyor.
Evet, ‘Uykudayken yaptıklarını unuttukları gibi, uyanıkken yaptıklarını da bilmiyorlar’ demiş ya Herakleitos. Kimler için demiş olmalı? Hani ‘tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurla.’ Bu demek, düşünce serbestisi olmadan kurtuluş asla olmaz. Hem aklının üstüne oturanları nasıl düşündürürsün?
An itibariyle toplumsal seviyemiz / düşünce düzeyimiz en büyük tehlikemizdir. Herkes arada bir aynaya bakmalı; güzel miyim diye değil, ‘hakikaten insan mıyım’ diye. İşte bu sonuca göre anlamlanır insan. Öyle ki çoğu kez onu bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerek. Çünkü ‘insan çoğu kez tefekkuh etmez, yani fıkıh (hukuk) bilmez.’
İşte böyle bir toplumda süpürge sapından, ayakkabı, anahtara kadar hepsi kalite kontrol kapsamındadır. Sadece başımıza seçtiklerimiz bundan muaftır. Asla soru sorulmaz. Sürünmeye mahkûmiyetin sebebi tam da budur. Süreçte öyle bir an gelir ki o toplum kendini yönetenlerin şeklini alır. Tam da o iklimdeyiz.
Zira her lider kendi seçmeninin zekâsına hitap eder. Aslında demokrasilerde modellemeler de böyledir. Seçenlerin zekâ seviyesi seçilenin kalitesini belirler. Yani her zaman seçilenler, seçenlere ayna tutar. Ha demokrasi yaftalı otokrasilerde değişmeyen bir diğer kural ise seçenle seçilen arasında gizli bir ahlaksızlık anlaşmasının olmasıdır.
– Tabanda (seçenler) yoksullar ve yok sayılanlar…
– Tavanda (seçilenler) yok sayanlar…
İşte bu toplumda düzenbazın darbukası kulak patlatır ama doğrunun davulu duyulmaz.
* Sebebi DEVLET,
* Vesilesi SİSTEM,
* Komutanı ise devletin başındaki GÜÇTÜR. Buna düzenbazların demokrasi oyunu mu desek ortaçağ nostaljisi mi? Adını siz koyun.
Bildiğim bir şey var “angutluktan kurtulamadan adûdluktan kurtulmanın mümkünü yoktur.” Çünkü Adudlar enerjilerini angutlardan alır. Adûd sözcüğünü Hz. Peygamber, kendisinden otuz yıl sonra gelmeye başlayacak olan halifeleri nitelemek için kullanmıştır. (Angut= Ahmak, aptal, kuru gürültü… Adûd= Azmış, zalim, despot.)
Yukarıda köy derneklerine dikkat çeken kardeşimizin sözlerini, sektöre dönüşmüş siyaset ve dinde açlığı “ilahi imtihan diye lanse edenlere, ticarette “üçkağıtçılığı hakim kılanlara ve sanal düşmanlarla toplumu kategorize edenlere” ithaf edelim. Azıp kudurmak, İnsanın en kötü yanıdır ve bu gerçek, daha ilk vahiy edilen Alak Suresi’nde azıp kudurmanın neye dayandığı ile verilmiştir: “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar.” (Alak 6- 7- 8). İşte kaderimiz an itibariyle bu azmışların tekelinde.
Karl Marks’ın “Filozoflar bu dünyayı açıklamakla yetindiler, oysa aslolan onu değiştirmektir” sözüyle, toplum öncülerinin hayatı daha iyi bir toplum ve insan yaratma yönünde değiştirme ve yönetme görevini de üstlenmesi gerektiğini vurgular.
Hakeza Halil Cibran’ın “Bilgi, içinde eylem yoksa boşunadır ve eylem, içinde sevgi yoksa boştur” sözü!
Bizde, (adlarını sayamadıklarımızın yanında) Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin, Ahi Evren ve Mustafa Kemal Atatürk eylemde bulunanlara tipik örneklerdir.
Evrensel örneklerle;
* William Blake “Dualar toprağı sürmez, şükürler ekin biçmez!” derken,
* Richard Dawkins “Çalışan iki el, dua eden binlerce elden daha çok iş yapar.” der.
* Malcom x’in “Şiddeti DUA ederek durduramazsınız.” sözünü;
* Aliya İzzetbegoviç “Dünyayı değiştirecek olan DUA değil, eylemdir.” benzeri ile tamamlar.
…ve İlahi hükümle;
“Bir toplum, kendi özündekini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez. Allah bir topluma kötülüğü layık görürse ona da kimse engel olamaz. Yani bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad – 11)
“Allah; Küfre sapan ve zalim bir topluluğu doğru yola kılavuzlamaz.” (Ali İmran- 86)
“Ey iman edenler siz kendinizi düzeltmeye bakın. Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar vermez.” (Maide- 105)
“Allah yalpa yapanları sevmez.” (Saff- 5)
Evet evet herkes kendisini boy aynasına alarak kendinden başlamalı…
Nereden ve nasıl baksak ki bir yanımız da tam olsa. Belki teselli mükâfatı olur hani! Kara bahtımızı karartma iklimi devam ediyor. Çünkü gelenekleri ve alışkanlıkları hayat tarzı ve hatta DİN olmuş bu topluma, bu kalıbı kırmak zor. Çünkü aklı tatil etmiş, değişimi reddetmiş bir toplumuz. Bu manada düşünce yok irdeleme, sorgulama yok. Merak yok (merak ilmin hocasıdır).
Peki nasıl irkileceğiz? Zor işte. Kiralık akıllar vicdan ve irfan mahrumiyeti ile toplum beynini “ışık ve dirayete” kapatmış. Vay fark edenlerin haline…
Oysa AKIL özgürlüğün anahtarı, DİN harmanı, VİCDAN kılavuzu. Fakat üçünden de mahrumuz ve adeta mezarlık toplumuyuz. Malum mezarlık toplumlarında ihtişam mezarcılarındır. Öylesine kasılmışız ki (bu 10 asırlık bir kasılma ve kısırlık) ana problem şu: Pasif iyiler, aktif kötülerin en büyük destekçisi konumunda!
– İyiler SESSİZ…
– İyiler SUSKUN…
– İyiler endişelerine esir edilmiş, bu yüzden organize değil. Bu hususun en büyük amili kancık karakterli siyasetçiler ile din bezirgânları tabi.
Dert ve deva; seviyede toplumsal seviyemiz, cennetimiz değilse cehennemimizdir. Hasılı yol uzun mevzu derin, yorulmak bize kader. Ne gam o yorgunluk paydaş ve duygudaşlarımla bize baş tacı. Zira yorularak yol alanları o yorgunluk dinlendirir… Onların her şeyleri kıymetlidir. Kıymet bilenlerin, değeri ve sayısı artsın. ÇIĞLIĞA DEVAM.
Şununla paylaş: