Anama Rağmen Gazeteci Oldum

Macit Gürbüz… 25 yıl, mesleğin tozunu yutmuş usta haberci ve foto muhabiri bir duayen… O günlerin deyimiyle, “Naylon” değil “Gerçek” bir gazeteci… Şimdilerde Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öğretim görevlisi… 25 yılı, kendine özgü üslubuyla www.haberyirmibes.com’a anlattı. Güldüren, güldürürken düşündüren bu röportajı keyifle okuyacaksınız.

 Röportaj: Hakan Kanber
                   

Mesleğe aynı dönemlerde başladığımız, farklı gazetelerde yıllarca haber kovaladığımız, yarışmalarda aynı kürsülerde ödüller aldığımız, 30 yıllık kadim dostum, sevgili meslektaşım Macit Gürbüz, www.habeyirmibes.com da röportaj konuğum oldu.

Söyleşimizde kendisiyle bir nostalji fırtınası yaşadık. Olaylara her zaman esprili yaklaşımı, farklı ve nüktedan üslubuyla hafızamdaki yerini ilk günkü gibi koruyan Macit… Beni kırmadı ve “bal” tadında bir röportaj verdi. Gazeteciliğin “Elifba”sını, dününü, bugününü değerlendirdi, anılarından pasajlar paylaştı.

 

GAZETECİLİK İKİ İDEALİMDEN BİRİYDİ

Hakan Kanber: Klasik bir soruyla başlayalım istersen… Ama cevabı klasik olmasın… Macit Gürbüz kimdir? Kendini, sana has üslubunla Ekonomik Çözüm okurlarına tanıtır mısın?

 –  1962 yılında, babamın memuriyeti dolayısıyla bulunduğumuz, Erzurum’un (Eşek fıkralarıyla ünlü) Tortum ilçesinde doğmuşum, belki de hayatımdaki eşeklikleri bu yüzden yaptım.

Yazıyı söküp, aklım kestiğinden beri, isyan ruhlu oluşumdan zahir, gazetecilik mesleği hep idealimdi.

Gazeteci olma kararım; uğradığım bir haksızlık sonucu başladı. Hayatta iki idealim vardı. Biri savaş pilotu olmak, diğeri gazeteci.



 “İPTAL” DAMGASINI VURAN BİNBAŞI

Hakan Kanber: Bizim meslek de en az savaş pilotluğu kadar riskli… Bu anlamda fark eden bir şey yok… Binlerce metre yukarıda, kokpitin içinde muharebe etmekle Türkiye’de sahada haber kovalamak bana göre aynı… Fakat neden pilot olamadın?

 –  Başvuru kartımın kenarını kestiğim için… Evet, yanlış duymadın, bu kadar saçma bir sebepten kaçırdım. Hava Harp Okulu sınavlarına başvurdum, rahmetli babam beni İstanbul’a götürürken, anam ne elini öptürdü bana ne dua etti ne de beni uğurladı.

“İnşallah gittiğin gibi geri gelirsin” demişti. Ana yüreği işte. “Uçak düşer ölürsün, tehlikeli meslek” diyordu. “Anamın duası mı yoksa bedduası mı?” demek lazım bilmiyorum, yazılı sınavı ikincilikle kazanmama rağmen bu sebeple elendim. Bir binbaşı, başvuru kartımın üzerine vurduğu iptal damgasıyla, geleceğime ve hayallerime tecavüz etmişti adeta. Yeşilyurt’taki Hava Harp Okulu Nizamiyesi’nde bekleyen babamı gördüğümde gözyaşlarımı tutamadım. Rahmetli beni teskin etti. Zafer anamın, mağlubiyet benimdi. Ancak isyan ruhu var ya serde, uğradığım bu haksızlık beni ikinci idealime yöneltti. Yani gazeteciliğe.



 OKUYUCU KÖŞESİNDEKİ “İLK YAZI”

Hakan Kanber: Peki, gazeteciliğe neresinden ve nasıl başladın?

 –  Tercüman Gazetesi’nin okuyucu köşesine uğradığım bu haksızlığı yazdım, yayınlandı. Bu, bir gazetede yayımlanan ilk yazımdı. Beni heyecanlandırmış, rahmetli Savaş Ay’ın deyimiyle “Fişşeklemişti.” Yazıma Genel Kurmay Başkanlığı yanıt dahi vermişti. Durum o kadar ciddi yani!

Gazeteci olacaktım ama yine “İçsel” bir sorun vardı. Anam, bu mesleğe de karşıydı, (Anamın Çarşı üyesi olduğundan hep şüphe ettim zaten, her şeye karşıydı) razı olmadı, tehlikeli meslekti ne de olsa. Anam, gazetecilere “Bok kargası” der hep. “Nerede pislik var, bunlar orada.”

Anama rağmen gazeteci oldum, yaklaşık 25 sene gazetecilik yaptım. Anam, eskilerin deyimiyle sıkı bir ajans takipçisidir hala. Özellikle TV haberciliğinin oldukça gelişim kaydettiği, son dakika haberciliğinden dolayı, “Bok” neredeyse ben orada olduğum için, görev icabı gittiğim her olay ve merkezde telefonla beni bularak, tatlı sert fırçalarını attı, bıkmadan usanmadan.

 

MACİT GÜRBÜZ (SARIKAMIŞ/MİL-HA)

Hakan Kanber: Meslekte bilinen birçok engelin yanı sıra “Anne” diye bir kavramla da sayende tanışmış olduk (gülüşüyoruz.) Sonrası nasıl oldu meslek yolculuğunun?

 –  1981’in 1 Şubat günü Kars’ın Sarıkamış ilçesinde Milliyet Haber Ajansı’nın ilçe muhabiri olarak mesleğe adım atmıştım. O dönem, gazete akşamüstü Doğu’ya ulaşırdı. Bazen de hava durumuna göre ertesi gün.  Bayinin önünde zemheri soğuğunda “Gazete geldi mi?” sorusunu sormakla geçerdi günlerim. “Ya gazetede haberim varsa, ya çıkmamışsa?” O ayrı bir heyecandı, anlatılmaz bir heyecan.

Haberim çıkmışsa, gezişim değişirdi. Eğer gazeteci tabiriyle haberim, “Çöpe manşet olmuşsa” yaşadığım hayal kırıklığını varın siz düşünün.

Sonraları Hürriyet, Erzurum’da matbaa açıp, “Gün doğmadan Hürriyet” sloganıyla gazeteyi, gün doğmadan kapımıza ulaştırmaya başlamıştı. Bu büyük devrim beni çok etkilemişti.  Dağıtım arabasının gün doğarken yola koyulduğu o reklamı hiç unutmuyorum.



 HAYRİ KÖKLÜ VE TANER ATİLLA…

 Hakan Kanber: Evet o yıllar, bizim kuşak gazetecilerin tüm bu anlattıklarını birebir yaşadıkları yıllardı maalesef. Kış aylarında gazeteler kimi zaman 3-4 gün sonra bölgeye gelirdi. Sarıkamış’ta, meslek adına çok güzel işler çıkardığını biliyorum. Başarı merdivenlerini çok kısa sürede, üçer-beşer tırmanarak, merkezi yerlerde çalışmaya başladın. Neler yaşadın, nedir bu başarının sırrı?

 –  Ardından, sırasıyla Erzurum Milliyet, Antalya Milliyet ve Adana Hürriyet Gazeteleri’nde muhabirlik ve foto muhabirliği yaptım.  Bekârdım, gazete bürolarında yatıp kalkıyordum. Meslek hayatımda manevi babam ve velinimetim olan iki ismi burada onurla yâd etmeyi bir borç biliyorum. Sayın Hayri Köklü ve Sayın Taner Atilla…

Onlara şükran borçluyum. Benim bitmek tükenmek bilmeyen meslek aşkım ve onların bunu görerek bana olanak ve destek vermeleri, beni bu meslekte çok önemli yerlere taşıdı.


 ŞİMDİKİ NESİL ÇOK ŞANSLI

 Bizim dönemimizde “Ağzınla kuş tutsan” askerliğini yapmamışsan kadro alamıyordun. Şimdiki nesil çok şanslı… 6 yıl kadrosuz, sağlık güvencesiz, kelle koltukta çalıştım. Askerlik dönüşü, iki velinimetimin referansı ile Hürriyet Gazetesi Van Büro Şefliği’ne atandım. 150 TL kadrosuz muhabir maaşından bin 500 TL şef maaşına terfi etmiştim. Validen çok maaş alıyordum. Valiler, Hürriyet büro şeflerini gösterip, “Bunlar benden çok maaş alıyor” diyordu. Gazetecilik Simavi ile gitti ve bitti.

Hakan Kanber: Başarılı, ses getiren, sayısız özel haber ve röportajlarını biliyorum. Örneğin; Barzani ile yaptığın söyleşi, onunla sınırlarımızın dışında yapılan ilk röportajdı… Tam anlamıyla “Bomba”ydı…



 “GERÇEK GAZETECİLİK” YILLARI

 –  Terör, PKK ve aşiret ile orada tanıştım. Gazeteciliğin “Hassosu”nu da oralarda yaptım. Gerçek gazeteciliğin yapıldığı yıllardı. Şimdi, Ankara gazetecileri için her ay Ankara’ya geldiğinden dolayı sıradanlaşan Barzani ile sınır ötesinde ilk röportajı ben yaptım. At sırtında sınırı geçerek “Mekteb-i Siyasi” diye isimlendirdiği karargâhında güncel konulara ilişkin 3 saate yakın konuştuk.

Bana, “Hangi millettensin?” diye sormuştu, “Türk’üm” dediğimde, “Türk diye bir ırk yoktur” demişti. Bu söz ile bugünün bağını şimdi daha iyi kurabiliyor ve daha iyi anlıyorum. Bölgedeki birçok sınır ötesi harekâta katıldım. Ayağımın basmadığı dağ tepe yok gibi. Şimdi o anılarla yaşıyorum.

 
DİYARBAKIR MACERASI

 Hakan Kanber: Hatırladığım kadarıyla Güneydoğu’da da çalıştın. Hatta cebindeki tazminat paranı son kuruşuna kadar harcadığın bir maceran var. Anlattığında hep gülerdik… Nasıl oldu bu iş?

 –  Evet… Tercüman Gazetesi Diyarbakır Büro Şefi olduğum günler… Ilıcaklar’ın en kötü dönemiydi… Körfez Krizi patlak vermişti, büronun telefonları borcundan dolayı kesikti. Haberleri Yay-Sat’tan geçiyorduk. Hürriyet’ten aldığım 3 bin 500 TL tazminatı, gazetecilik aşkına büroya harcadım. Kemal Ilıcak bana İstanbul’da, “Şu an param yok, sen harca, büroyu bu dönemde canlandır, söz göndereceğim” demişti. Göndermedi, tek kuruş maaş alamadığım gibi, 3 bin 500 TL de bitti, 3 gün aç kaldım. Ablamın havalesi ile pılımı pırtımı toplayıp, memlekete zor döndüm. Kemal Ilıcak’a asla hakkımı helal etmiyorum.

 

MESLEKTE 25 YIL VE NOKTA

Hakan Kanber: Doğu’da Erzurum, o yıllarda bu mesleğin icra edildiği önemli merkezlerden birisiydi. Farklı gazetelerde ama Erzurum’da beraber haber kovaladığımız yıllar da oldu. Sonrasında Atatürk Üniversitesi’ne geçtin… O dönemle ilgili neler söyleyeceksin?

 –  En son, Erzurum’da Milliyet Gazetesi Doğu İlleri Büro Şefliği yaptım, tam 10 yıl. 1999’da HHA ve MİL-HA’nın birleşerek DHA olması üzerine bu çok sevdiğim ve “Dünyaya bin defa daha gelsem gazeteci olurum” diyen ben, gazeteciliği bıraktım.

Çok bunalımlı günler geçirdim, tam 410 gün parasız pulsuz kaldım. Sonrasında Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Basın Danışmanlığı görevine atandım. Bu görevim de 8 yıl sürdü.

Bugüne baktığımda; yani, “Yandaş, yalaka, havuz ve cemaat” diye ayrışan, bölüşen ve midesinden bir yerlere bağımlı yaşayan medyaya baktığımda, “İyi ki de bırakmışım” diyorum. Sizin gibi gerçek gazetecilik yapanların (Ki, onlardan çok az kaldı.) yaşaması ve ayakta kalması da işi de çok zor. Allah yardımcınız olsun.



 MESLEKTEKİ YILLARI ANLATAN 2 KİTAP

Hakan Kanber: Duana “Âmin” diyor, övgülerin için de teşekkür ediyorum Macit… Anlattığınla benzeşen olayları bu meslekte hepimizin yaşadığı bir gerçek… “Arifeyi gösterip, bayramı göstermeyen” bu sektörde, işsiz ve parasız kalmayan bir tek meslektaşımız yoktur sanıyorum… Peki, şimdiki işinden memnun musun? Mesleği özlüyor musun? İki harika kitap yazdın… Tüm bunları biraz anlatır mısın?

 –  “Gazeteciliği özlemiyor muyum?” Hem de çok özlüyorum ama bu dönemde gazetecilik yapılmadığını gördüğüm için, “İyi ki de bırakmışım” deyip geçiyorum. Gazetecilik, benim için yarenliğine doyamadığım bir dosttu. Hala internetten gazete okumaya alışmaya çalışıyorum. Gazete, sihirli bir kutuydu bana göre, o kutuda senin haberinin olması sana sunulan bir sihirdi. Ya da sihirbaz olmaktı.

Her sabah, sanki yeni baştan doğardım. O sihir kutusuna katkımın olmasını bilmek beni öylesine mutlu ediyordu ki anlatamam. Tutulmuştum bu mesleğe, sigara gibi. Arada yalan söyledi, yalanlarına ortak etti beni, etkiledi, yönlendirdi, dümen suyu çekti. An geldi gazete patronlarının siyasi ve ticari çılgınlıkları ve aşırılıkları yüzünden, sihir kutusunun anaforuna kapıldık, ancak ekmek hatırına hoş gördük, hoş görüldük.

 

KAÇ PEKEKELİ ÖLMÜŞ ABE?

  “Yazmak” ayrı bir tutku olduğu için gazetecilik yıllarımda yaşadıklarımı, hatta yazabildiklerimi ve yazamadıklarımı “Kaç PeKeKe’li Ölmüş Abe?” adlı kitapta topladım. Ardından Türkiye’de alanında tek araştırma-inceleme olan 500 sayfalık “Kürtleşen Türkler” adlı kitabımı yayımladım.

Şu an meslek hayatımdaki yaklaşık 25 yıllık bilgi ve birikimimi genç üniversitelilere aktarıyorum. Son 15 yıldır öğretim elemanı olarak Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde hocalık yapıyor, öğrencilerime fotoğraf sanatıyla ilgili bilgi, birikim ve deneyimlerimi öğrencilerime vermeye çalışıyorum.

Onlarla beraber olmak, bilgini ve birikimini onlarla paylaşmak çok keyif ve onur verici… Serde “Hoca” olmak da varmış. Güzel Sanatlar Fakültesi’ni seçen güzel, aydın, estetik beyinlerle bilgi paylaşmak çok güzel. Fakültedeki derslerimden arta kalan zamanlarda yine benim eşimden sonra ikinci aşkım olan fotoğraf makinemle, Nazım Usta’nın dediği gibi bu güzel ülkemin, memleketimin güzelliklerini fotoğraflıyor, öğrencilerimle ve Facebook’taki Macit Gürbüz Photography adlı fotoğraf sitemde paylaşıyorum. Çünkü hayat paylaşınca güzel… 

 Hakan Kanber: Son soru… İnişli çıkışlı, acı tatlı bir 25 yıldan sonra gazeteciliğe veda edip devlet memuru olmanı, senin deyiminle “anan” nasıl karşıladı? (Yine gülüşüyoruz.)

 –  Mensubu olmaktan onur duyduğum, Yüce Türk Atatürk’ün adını taşıyan Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde göreve başladığımda; anam beni ilk kez kot takımlar, sakal, basın yeleği yerine; tıraşlı, kravatlı, takım elbiseyle gördü. Çok sevinmiş ve “Ha şimdi adama benzedin” demişti. “Bok kargalığından” akça pakça bir memurluğa geçişim, en çok anamı mutlu etmişti.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir