Skip to content

Saim Akçay

Korku toplumları daha çok ‘korkusu olanların korkutarak’ yönettikleri toplumlardır. Yani “elimdekiler gider, işlediğim suç ve günahlarım açığa çıkar” diye nimet, servet, saltanat, şöhret ve konfor sahiplerinin saldığı korkuyla… En büyük destekçileri ise “bu korkuyla yaşayan yani kendi olmaktan çıkmış onların doğruları ile yol alan, korkuları ile yaşayan, günahlarına ağlayanlardır.” Bunların sadece bedenleri değil zihinleri hatta ruhları kuşatılmıştır! Bu tür toplumda;
* Büyü ve hipnozun sonu yoktur.
* Haram sofraları eksik olmaz; kabaran iştahtan kimse kimseyi görmez, çapul savaşı, kan ve zulüm vardır.
* Sömürdükçe semirenlerin ardı arkası gelmez, idrak ve irfan en büyük yitiktir. 

Meselenin özeti, bir toplumda yoksul varsa o toplumda korku vardır. Yani paylaşmak istemeyenlerin korkusu korkutucudur. İşte toplumu kuşatan korku budur.
Vedat TÜRKALİ “Kişi düşündüğünü söylemekten korkmaya başladı mı, düşünmekten de korkmaya başlar” der. Bu durum, umumiyetle henüz tanımı yapılmamış AKLIN paranteze alındığı ve gelenekselliğin hüküm sürdüğü dikey yapılanmış, asker toplumlarda sırıtır. Bu toplumlarda bireyin kendisine saygısı ve bireysel düşünce potansiyeli, kolay açığa çıkmaz. Zihnî kabızlığın sebebi de budur. Bu, adı konulmamış bir tür sinme ve sindirilme ve ezikliktir.

Ete ve kemiğe büründürürsek; korkuya teslim olan toplumlarda yukarıdakiler ‘vahşi bir hayvandan’ daha tehlikelidir ve aşağıdakiler korkunun kıskacında birer ‘MÜLK’ tür. İşte ‘bu nokta’ o toplumda ârazdır.
Şu muhteşem tespit (Şeyh Bedrettin gibi, Molla fetvalarıyla ‘dinden çıktı’ iddiasıyla suçlanıp 1985’te idam edilen) Sudanlı Mahmut Muhammet Taha’nındır: “Aslolan kişiyi korkularının yönetmemesidir.”
Söz, 80 yaşında dar ağacında asılan merhum Sudanlı Mahmut Muhammet Taha’dan açılmışken, bakın hangi tespitleri yapıyor. Taha, İslam aleminin hatta insanlığın kurtuluşu noktasında çözümü, İslam, demokrasi ve sosyalizmin el ele vermesinde görüyordu. Yani ona göre bu üçlü ittifak yeni bir strateji ile insanlık için yeni bir ufuk / ışık olabilirdi… Çünkü İslam dünyasının iflas ettiğini, sosyalizm çöktüğünü, demokrasiler, demagoglar ve diktatörler doğurduğunu ve hiçbirinin tek başına sorunları çözmeye yetmediğini, her birinde bir diğerinin eksikliğinin var olduğunu söylüyordu. 

İşte bu ses duyulmasın diye astılar. Devam ediyordu merhum “Çoğu toplumlar korkuya teslim olmuş durumdadır. İnsanları kendileri değil, korkuları yönetmektedir. Korkular, insanların özgürlüğünü fethetmektedir. İnsanlığın bu korkulardan kurtulması ancak özgürlükle olur”. Böyle diyerek korkuyu, İÇTEKİ ve DIŞTAKİ KORKULAR diye iki başlıkta topluyordu Taha.

  1. İçteki Korkular (manevi, psikolojik): Ölüme, ölümden sonraki hayata dair korkular… Yalnızlık korkusu, varlık içinde intihar edenlerin korkusu… Bu korkudan arınmak, ancak doğru dini tanımakla mümkündür. Şifası, derinleştirilmiş maneviyattır. Yani evrende yalnız olmadığının bilincidir. Bir başka görüş “ancak bilgiyle aşılabileceğini” savunur ki doğrudur. Zira bilgi sonsuzdur. Ayrı bir konu…
    2. Dıştaki Korkular (maddi, sosyolojik): Bunu da ikiye ayırıyor Mahmut Muhammed Taha:
    a. Siyasi korkular
    b. İktisadi korkular
    Siyasi korkular demokrasiyle, iktisadi korkular ise sosyalizmle ancak yenilebilir. 

Siyasi korkular (şifası, derin demokrasidir)… İfade hürriyeti ve yaşam biçimi hürriyetine dair korkular, polis asker korkusu, yargılanma korkusu… İşte bunlar ancak demokrasiyle aşılabilir.
İktisadi korkular (şifası derin sosyolojidir)… Aç kalma korkusu, nasıl geçineceğim, yarın ne olacağım korkusu… Bunların aşılması da gerçek bir sosyalizm, dayanışma, adil paylaşım ile ancak mümkündür.
Sonuçta içerideki boşluğu doğru din; dışarıdaki boşluğu ise radikal demokrasiyle ve sosyalizm ile gidermek ancak mümkündür. Nihayet insanın kurtuluşu bu üçlünün el ele vermesiyle mümkündür. Bu olmazsa, bir taraf eksik, bir taraf güdük, bir taraf engelli kalır.

Böylece Kuran’ın “Onlar için korku yoktur, tasa da olmayacaktır” (Bakara; 262) ayeti gerçekleşmiş olur. İnsanın insanca yaşamasının temini de budur.

Benzerini merhum Ali Şeriati de sunmuştur. İran’da bu amaçla “Allahperest Sosyalistler Cemiyetini” kurmuştur. Aynı çizginin düşünürüdür. Buna Müslüman düşünce veya İslami sol düşünce, ilahiyat sol düşünce de denebilir. 

Hakeza Mısır’da Hasan Hanefi (sosyoloji profesörü) de aynı çizgidedir.
Ne yazık ki İslam dünyasında bu yapının “y”si dahi yoktur. Peki ne vardır?

* Diktatörler var,
* Ağalar var,
* Beyler var,
* Şeyhler var,
* Oligarklar var.
Bakın geçmişte “İslam, sosyalizm vs.” diyerek gelip de yere çakılanlara…
* Kaddafi 70’lerde iktidara “İslam Sosyalizmi” diyerek geldi. Şu an bizdeki söylemlere benzer sözlerle… (Doğrudur İslam esasen sola daha yakındır. Ezilenin yanındadır.) O da yazdığı Yeşil Kitapta benzer şeyler yazdı. Doğruydu lakin eksik kalan yanı demokrasi üretememek idi. Bir geldi PİR geldi, 40 yıl gitmedi. Bir Kaddafi diktatörlüğüne dönüştü. Yani kendisinin yerine kim ve ne zaman gelecek belli değil. Sistem kurulamadı.
Hülasa sosyalist dünya, Kaddafi’ de de ortaya çıktığı üzere, paylaşmayı, zayıfı korumayı, eşitliği bir nebze becerdi ancak demokratik değildi. Çoğulculuğu kuramadılar, çoğunlukçuluğu yeğlediler. Genelde sosyalist dünyada tek parti ve tek adam var muhaliflerine asla söz hakkı tanınmadı.

Oysa ne olacaksa önce demokratik olmalı. Cumhuriyet ise Demokratik Cumhuriyet olmalı. Yani bir ülkede kaç kişi yaşıyorsa bu insanlar üzerinde efendilik- tanrılık taslanamaz, tiranlık yapılamaz. İnsanlar ne ise odur. Alevi, Sünni, inanan, inanmayan vs. kendisini nasıl tanımlıyorsa öyle yaşamalı. Devlet, hiçbir gruba teslim edilmemeli. İdare edenler en fazla 4 yıl kalmak kaydı ile konulan ilke ve prensiplere göre görevlendirilmeli. Bakın benzerlerine;
* Hafız Esat…
* Haydar Aliyev…
* Türkmen Başı vb… 

Orta Doğu ülkelerindeki gibi tek adam yapıları, demokrasiyi geliştiremiyor. Tek adam geliyor muhaliflerine kan kusturuyor, gidince de muhalif geliyor, o da tek adam oluyor. Kaddafi’sinden Saddam’ına, Hafız Esat’ından Katar Emirine Suudi Prensine ve Arap coğrafyasında İslam adına gelen onlarca kabile putuna kadar hep aynı…
Kaddafi gibi sosyalist olanı ise hakeza demokrasi tesis edemiyor. O zaman sosyalist olmadan önce ve Müslümanım diyebilmek adına demokrat olması, meselenin olmazsa olmazıdır. Yani önce demokrat, sonra her ne isen…
İşte Kaddafi esintisiyle ortaya çıkan bu yolda demokrasi eksikliği vardı. Her gelen 30-40 yıl gitmeyince, bu kez devreye kapitalizm giriyordu. Sistemin olmazsa olmazıydı ve arkasından insanlar mezarlıklarda yaşamaya mahkum ediliyordu. Çünkü korkuları ile yönetilen toplumların idare edenleri zalim, suçlu; idare edilenleri ise sürü, yığın ve yukarıdakilerine malzemedir.
İşçi işverenden…
Memur amirden…
Amir siyasiden…
Maraba ağadan…
Cemaat imamdan…
Mürit mürşidinden…
Müslüman dinden…
Seçen seçilenden…
Hasılı vatandaş “hukuktan, kanundan, kanun adamından ve devletten” korkar. İşte yığın budur.

Dikkat edin hür ve müreffeh ülkelerde “on kişi ayrı ayrı düşünüp, aynı şeyi düşündüğü için bir aradadır.” İşte bu topluluk özgür insanlar topluluğudur. Esir ve her bakımdan geri kalmış ülkelerde biraradalığın sebebi ise “bir kişi bir şey düşünüp, diğer dokuz kişinin hiç düşünmeden o kişiye tabi olmasıdır”. Bu topluluk ise köle insanlar topluluğudur. Aradaki farka bakar mısınız? Bu şu demektir: Birinde “bir fikir, on kişinin fikir süzgecinden geçmiş iken, diğerinde fikir sadece bir kişinindir ve diğerlerinin itirazsız kabulüdür.” 


Pratikte sosyolojik olarak halkın hükmedenlerden korktuğu yerde zorbalık… Hükmedenlerin halkı kaale aldığı yerde özgürlük vardır. Bu sebeple Osho’ nun tespiti manidardır; “Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin var olmadığı anda evrenle bir olursun. Evren kadar sınırsız ol.”
Özgürlük, bireyin haysiyeti ve şerefidir. Korkuları fethetmek, kaygılarından kurtulmaktır. Korkunun üremediği, kaygının türemediği bir dünya kurmak, korku imparatorluklarına, kaygı saltanatlarına son vermektir! Bu bir iradedir, ancak bu yolla zahire vurur. Onun için Malcolmx: “Eğer, uğrunda ölmeye hazır değilseniz, özgürlük kelimesini lügatinizden silin” der.
Söz yine merhum Mahmut Muhammet Taha’nındır: “İnsanın bütün macerası korkudan ibarettir, insan korkulardan kurtulamazsa yaşayamaz.” 

Evet korku illettir, yapışmaya görsün kolay kurtulamazsınız!
Basirete bağ,
Vicdana örtü,
Ayağa pranga,
Başa bariyerdir. Felç eder.

Korkusu olanlar korkutur demiştik. Bunlar servet, saltanat, şöhret ve konfor sahipleridir. Sebebi, elimdekiler gider korkusudur. İşte bu korku ile korku salarlar. En büyük destekçileri ise korkularıyla yaşayan yani kendi olmaktan çıkmış, onların doğruları ile yol alan, onların günahlarına ağlayanlar ve korkuları ile yaşayanlardır. Bunların sadece bedenleri değil zihinleri de kuşatılmıştır. İşte ölüm derecesinde körlük budur. Mezarlık toplumu denen toplum bu toplumdur. Bu toplumun fertleri, sadece canlıdır.

Yani kişiyi korkuları, kaygıları ve angajmanları yönetmemelidir. Kişi bunları (siyasi, sosyal, iktisadi ve dini) yendiğinde özgürleşir ancak. Özgürlük bu korkularla direk alakalıdır. Bunun tek şifası ise kişinin korkularını yenmesidir. Bu ise eleştiriye kapı aralamakla başlar! Onun için Muazzez Kuran Hud- 116 ve Maide- 68’de “Aklı başında olan herkese eleştirmek farzdır” der. Korkunun olmamasına, endişe ve kaygının yok olmasına bizzat kılavuzlar!

Bakın Yaratan özgürlüğün kendisini, özgürlüğün riskine tercih etmiş! Hem de insanın kötü fiiller işleyeceğini bilmesine rağmen! (Hiroşima hadisesi malum). (Bakara- 30) “Sizin asla, bilmediklerinizi ben bilirim” diyor. Bu özgürlük iradesidir işte. Burada Allah insana, kötü şeyler yapabileceğine rağmen “akıl” ile özgürlük veriyor. Bu yolla “iyi insan” olabilmenin farkı açığa çıkıyor! İmtihanın kendisi tam da bu noktada. Daha fazla yoruma gerek var mı?
O kadar ki Muazzez Kuran Beled Suresinde Namaz bir kenara, bir tutsağı özgürlüğüne kavuşturmak imandan önce gelir der.
Aklı lütfetmişse Yaratan, ille de bir kutsal metne gerek yok kanaatimce! İşte Uruguay eski devlet başkanı Mujika bu farka şahadet ediyor ve farklı bir vurgu ile o “Özgürlük kişinin kendisine zaman ayırmasıdır” derken insanın kendisini, kendisine hatırlatıyor adeta.
Çok sarsıcı bir örnektir Afrikalı kadının “size özgürlükten önce ekmek gerek” diyen batıya “Konuşma özgürlüğüm olmasa ekmeğimin kimin çaldığını nasıl söyleyeceğim” diye haykırışı manidardır! İşte ne yazık ki günümüzde özgürlük, özgürlük nutuklarıyla sömürü düzeninin sülüklerine yem olmuştur. Yaratıcıdan rol çalan aracı ve tefeciler, iradeleri ipotekleyerek toplumsal bir trajediye, sosyolojik bir drama dönüştürmeyi başarmışlardır. Yürekler hoplamazsa beyindeki ipotek kalkmaz, ruhlardan marabalık kovulmaz, ayaktaki prangalar çözülmez. Özgürlüğün tadından mahrumiyetin kilidi tam da budur.

Hulasa İstiklal Marşımızın KORKMA diye başlamasında, o büyük ruh Akif’i rahmet ve minnetle anarken “ilham kaynağı nedir acaba” diyenlere, başka söze gerek var mı?

Özgürlük karakterimdir diyenlere ve bunu hayatına geçirenlere selam olsun. 

Geri dönüşlerinizi önemsiyoruz

Yazarın Diğer Yazıları

saimakcayy@gmail.com

    e medya Ltd. Şti. /Ankara

    Paylaş
    Bağlantıyı kopyala