Skip to content

Macit Gürbüz

Bir Sarıkamış Nostaljisi 2...

Anadolu Otel’inin önünden karşıya geçiyorum, 1001Çeşit Mağazası’nın sahibi, babamın yakın dostu Ömer Uzunyakupoğlu sesleniyor bana; ‘ula uşağum dur hele’.

Duruyorum.

Elinde bir evrak var.

“Habu babanın bankaya aldığı eşyanın faturasidur, götür ver babana parasuni ödesun senedum var para lazum” diyor.

Evrakı bankaya götürüp babama veriyorum.

Babam her zamanki gibi yoğun, sormuyor bu nedir diye, alıyor elimden ve bakar bakmaz basıyor kahkahayı.

Merak ediyorum, eğilip bakıyorum faturada ‘2 adet cam gülluk’ yazıyor, tabii ki karşısında da parasal değeri.

Babam gülerek, ‘bunu götür ona ver, ben ondan gülluk falan almadım, sor bakalım bu neymiş’ diyor.

Gidiyorum ve babamın mesajını iletiyorum.

Ömer amca bıyık altından gülerek konuşuyor, “Ula baban gülluk ne bilmiy mi? “

Hayır diye yanıtlıyorum.

Tatlı sert anlatıyor, “Git babana de ki cıgara içerken küluni silkeleyesun ya ha böyle, aha odur gülluk”.

Haaa küllük diyorum, “Hah, işte o andere biz gülluk deruk uşağum” diyor.

Bankaya dönüp babama gulluk’un küllük olduğunu söylüyorum katıla katıla gülüyor.

Bilenler bilir, Ömer amcanın dükkânı gerçekten 1001 çeşit idi, ne arasan bulurdun diyeceğim ama onun dışında kimse öyle aradığını bulamazdı.

Bir tek Ömer amca bilirdi neyin nerede olduğunu.

Şak diye çıkarır verirdi

Dükkânda yürümek ne mümkün, birkaç labirentin içinden geçerek girip çıkabilir ya da dolaşabilirdiniz.

Bazen eşya yığını arasında kaybolan Ömer amcaya seslenerek yerini tespit ederdik.

Dükkânda küçük tüpün üzerinde babama Türk kahvesi pişirirdi Ömer Uzunyakupoğlu, vitrinin önünden onları izlerdim. Kahkahaları Belediye Caddesine taşardı.

O pek gülmeyen Ömer amca babamın fıkralarını dinledikçe öylesine iştahla gülerdi ki.

Neyse, babam bir makbuz bir miktar da para tutuşturuyor elime, makbuzu imzalat parayı ver gel diyor.

Ömer amca mutlu oluyor, “ula sağol uşağum, git habu karşıdaki Fazıl’ın kahveye çay iç, benden” diyor.

Az sonra Fazil amcanın Trabzon Oteli ve kahvehanesindeyim.

Ocak gürül gürül yanıyor, ateşin karşısında iki adet mavi çinko demlik var.

Ocağın haznesinde kokusu burnunun direğini kıran dörde bölünmüş sarı çam ağaçları yanıyor.

Kahvede bağıra bağıra konuşanlar sustuğunda ya da kahve tenhalaştığında ocaktan yayılan o çıtır… çıtır… çıtır sesleri terapi gibi geliyor insana.

Ocakta benim can gardaşım Canip var.

Çay istiyorum gözlerini belertiyor.

Anlıyorum mesajını, ağzına kâğıt teptiği mavi renkli çinko demlikte demlenmeye bıraktığı taze çaydan verecek, bekle diyor bana yani.

Bekliyorum.

Canip gardaşım o çaya demlik burnu derdi.

Çay demini aldığında doldurup önüme koyuyor, “Bu çay Ömer amcadan, o yolladı beni” diyorum, tamam diyor ve çizgili defterden Ömer amcayı bulup bir çarpı daha atıyor.

İkinci çayı içtiğimde takılıyorum gardaşıma, “Param yok, kazanın altına yaz Canip!”.

Gülüyor, “Kimse bana kırko atamaz biliyorsun, bu çay benden” diyor ve kırko hevesimi kursağımda bırakıyor.

Fazil amca uzun ahşap ağızlığına ardı ardına cıgara takıyor, büyük bir iştahla tüttürüyor, arada da oğullarına sesleniyor, “Arifff, Caniiipp, Lokmaaannn bahçeye bakııınnn”.

İki demli çay kesiyor beni, çıkıyorum kahvehaneden.

Elimde anamın elime tutuşturduğu kolonya şişesi var.

İstikamet karşı köşede bulunan Sarıkamış’ın en nezih bakkalı Yurttaş Gıda.

Dünya güzeli iki insan Cemal Yurttaş ile oğlu Azmi abi mavi renkli ahşap söveli dükkânın camlarını siliyorlar.

Kapının kenarında Azmi ağabeyin büyük bir özen dikkat ve ciddiyetle çakmaklara gaz bastığı içinde küçük bir tüpün ters durduğu alet, girişteki tezgâhın başında ise lastik pompalı damacana şeklindeki cam kolonya camekanı duruyor, içinde sapsarı 80 derece limon kolonyası.

Babam bankanın anam da evin cam şişesini verir bizi Azmi abiye gönderirdi hep.

O da büyük bir ciddiyetle fısfıslayarak şişeyi doldurur, taşanları da uzat elini der elimize boca ederdi.

Mis gibi kokardık.

Bilenler bilir, Anadolu coğrafyasında görüp görebileceğiniz en temiz en düzgün ve en seçkin bakkallardan biriydi Yurttaş Gıda.

Babam aylık alışverişini önce Cemal amcadan, o rahmetli olunca da Azmi abiden yapardı.

Cemal amca bir memur maaşıyla 5 çocuk okutan babamın durumunu bilirdi.

Aybaşında Cemal amcaya gidip hesaplatırdım borcumuzu. Babam parayı benimle Cemal amcaya gönderirdi. Cemal amca her seferinde küsuratları almaz iade ederdi, mesela 1570 TL bir anda 1500 TL’ye inerdi. 

Ahşap kutudan bir gül lokumu alır bana uzatırdı.

Ardından gelen ‘babana selam söyle’ sözü ise içimi ısıtırdı.

Dost selamı işte, ısıtmaz mı?

İşte bu yüzden sıfırın altında 35 derece soğukta, zemheride ve tipide hiç üşümezdik.

Hal binasına doğru yürümeye devam ediyorum.

Elektrikçi Mithat Amca ve Peruze ablanın gözü dükkânın etrafında dolaşan baş belaları Sürmeli Gade’de.

Elinde balta sırtındaki çuvalın içinde çok sayıda kedi var Sürmeli Gade’nin.

Kediler bağırdıkça, “Ola susun, benim çantamda bene miyav demeyin bah yaharam” diyor ve ağzını bozuyor.

Gade baltayı yeni bileylemiş, parıl parıl parlıyor. 

Mithat Amca ve Peruze Abla camı çerçeveyi indirmesin diye dikkat kesilmişler Sürmeli’ye.

Daha önce yapmış çünkü.

Şükür bir arıza çıkmıyor.

Şimdilik kaydıyla tabii ki.

Sıranın en sonuna babamın ahretliği Arslan Öztoprak’ın dükkânına vardığımda babamı, komiser Nihat Amcayı ve Bilal Karadağ’ı sohbet ederken buluyorum.

Sohbet koyu.

Babam fıkra anlatıyor kahkahalar birbirine karışıyor.

Tatlı tatlı takılıyorlar birbirlerine.

Arada katı açılmamış küfürler havada uçuşuyor.

Nereden nereye.

Aradan 40 sene geçiyor, Arslan Amca ile yollarımız Sarıkamış’tan 1500 kilometre uzaklıkta Yalova’da kesişiyor.

Yolda rastlıyorum Arslan Amcaya, elinde dudağından düşürmediği cıgarası ile.

90 yaşındaki Arslan Amcaya beni tanıdın mı diye soruyorum, “Nasıl tanımam müdürümün oğlu. Güzel adamın oğlu. Gel hele çay içelim” diyor.

Oturup iki çay içiyor Sarıkamış nostaljisi yapıyoruz.

Gözlerimiz buğulanıyor ama ne fayda, zaman geriye dönmüyor.

Takıldığı kahvehaneyi söylüyor, arada uğruyorum Arada’ya.

Kahvehanenin adı Arada.

Oyun oynarken buluyorum onu.

Oyuna ara verip benimle sohbet ediyor, “Kimse kalmadı ola Sarıkamış’ta akranım. Burnumda tütir ama gidince yetim gibi dolaniram. Bir Burhan Yıldız kalmıştı, o da rahmetli oldu”.

Aradan birkaç ay geçiyor, Arslan Amcanın rahatsızlandığını ve Bursa’da tedavi gördüğünü öğreniyorum.

Birkaç gün sonra sosyal medyada oğlu Yılmaz abinin mesajını görüyor ve şoke oluyorum.

Sarıkamış’ın bir güzel yüreği daha bu aleme veda edip gidiyor.

Onu dualarla Fatihalarla Mevlâna Camii’nden uğurluyoruz.

Arslan Amcamızı Sarıkamışlı dostları olarak omuzlarımıza alıyor ve Paşakent Mezarlığı’nda toprağa veriyoruz.

Tabutuna yaklaşıp, gözlerim dolu dolu ‘babama selam söyle’ diyorum.

Geri dönüşlerinizi önemsiyoruz

Yazarın Diğer Yazıları

macit.gurbuz@gmail.com

    e medya Ltd. Şti. /Ankara

    Paylaş
    Bağlantıyı kopyala