Engin Yılmaz
Sen Hangi Tekkenin Büyütmesisin Hacı?
Elinde tereyağı tavası koştur koştur sahibi olduğun lokantada İskenderlere yağ pompalıyorsun.
Ünün buradan geliyor hacı!
Tek yeteneğinde bu.
Bu yüzden lakabın ‘Hacı’nın yağ akımı’ olmuş.
Sebebi belli, aldığın hastane kantin ihaleleri kursağını yağlandırmış iyice, Yüce Atatürk’e o yağlı dilini uzatarak aklın sıra ihalelerine ihale katmak peşindesin ama bak sana söyleyeceklerim var.
Sen niye Atatürk’ü sevmiyorsun biliyor musun tekke büyütmesi yağ tankeri hacı?
Bak sana bir olay yazayım:
Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov’un ‘Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922 – 1923’ adlı bir kitabı var.
Kurtuluş Savaşı sırasında o çok övdüğün Osmanlı tekke, medrese ve zaviyeleri savaştan muaf saymıştı. Senin gibi süpürge sakallı ecmain takımı oralara doluşmuş mabat büyütüyorlar, bu ülkenin Türk çocukları da cephelerde şehit ve gazi oluyorlardı.
17 bin medresede mabat büyütenlerin sayısı bir kolordu asker sayısına eşti hacı fışfış!
Aralov Atatürk’ün bir medreseyi ziyaret ettiğine göz tanıklığı etmiş ve kitabında şöyle anlatmış;
Oku da öğren, bilinçaltındaki rahatsızlığı fark edersin belki, hiç sanmam ama.
“O gece iki medreseyi ziyaret ettik”.
Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa’yı selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa’dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:
– Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
– Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
– Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.
Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:
– Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar. Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.”
Sen hangi medresenin büyütmesisin hacı fışfış?
Yağlı medresedensin belli.
Yağı, yağlamayı, yağ tavası elinde maraton koşar gibi paraya doğru seğirtmeyi, yağlı beleş yutmayı çok iyi biliyorsun.
Atatürk’e kinin de buradan geliyor.
Kuyruk acın var senin belli.
Laikliği getiren köpek yüzünden toprak kaybettik diyorsun.
Çok cahilsin çoook.
Sus otur bari.
Oku da öğren kıllı.
Bak bu anlatacaklarımın hepsi belgeli, hem de Osmanlı arşivlerinden alınma.
Mesela sen 1876 Nisan’ında çıkarılan ‘Ramazan Kararnamesi’ni bilmezsin.
Bu kararname ile Osmanlının vergi gelirleri yabancılara yani gavura devredilmişti.
Atatürk henüz doğmamıştı.
Ardından 1881’deki ‘Muharrem Kararnamesi’ geldi.
Bu kez devletin gelirlerinin tamamı gavurlara devredildi.
Acımadan ülkenin tüm gelirlerini gavura peşkeş çeken padişah kimdir?
Sen ve senin gibilerin idolü ve bir santim toprak vermedi diye insanları kandırdığınız 2. Abdülhamit.
1881 yılına dikkat!
Yani Ata’nın doğduğu yıl.
Çok geçmez ekonomik iflasını açıklar Osmanlı, bütün varlıklarına el konulur.
Yahudi, İtalyan, Ermeni, Fransız tacirler artık İstanbul’dadır.
Abdülhamit, borcun üzerine yeni borçlar ekler.
Osmanlı 15 defa büyük miktarda borç alır, ancak faizini bile ödeyemez.
Hazineye el koyan Avrupa, bugün İstanbul Erkek Lisesi olan binaya “Düyun-u Umumiye”yi yerleştirip borçları oradan yönetir.
Abdülhamid önce Tekel’i verir, sonra diğerlerini: Demir yolları, iplik, fındık, pamuk, kömür, tekstil, demir çelik, tuğla, kireç.
Her iş kolu Avrupalılara satılır ya da devredilir.
Atatürk ise daha kundakta bebektir.
Haliç, ecnebi fabrikalarla dolar.
Tarlabaşı, Avrupa’dan gelen tüccarların görkemli evleriyle bezenir.
Zenginler İstanbul’u en güzel iki semti İstiklal caddesi ve Sıraselviler’e yerleşir.
Bugün İstanbul’daki o binaların büyük çoğunluğu o döneme aittir.
Yüzlerce kilise ve sinagog açılır.
Avrupa zenginlerini ağırlamak için 5 yıldızlı otel bile yaparlar, hani şu meşhur Pera Palası.
Bu arada plaza adı oradan gelir: Rumca saray demektir hacı!
Bak buraya çok dikkat et, ruhunu aklını izanını ve iradesini müderrise teslim etmiş yağcı!
Fransa’dan trene binip Sirkeci’de inen Avrupa jet sosyetesi mensuplarını tren garından bu otele Türk hamalları sırtında özel tahtlarla taşıyordu.
“Seni sırtımda taşırım” lafı ‘Abdülhamit’ten kalmadır hacı!
Yani?
Yanisi şu ki batı emperyalizmi, bu memleketi uydurduğunuz tarih gibi Vahdettin döneminde değil
Abdülhamit döneminde ele geçirmişti, topraklar da o zaman kaybedilmişti.
Atatürk bu laik cumhuriyeti kurduğunda elimizde sadece çarık ve sayamadığımız kadar borç kalmıştı.
O muhteşem insan Ulu Önder Atatürk işte bu yüzden sanayi ve tarım hamlesi başlattı.
Yerli malı haftası düzenledi.
Türk halkına, milli üretim ve kalkınmanın önemini anlattı.
Türklere ait banka bile yoktu o devirde.
Adı Osmanlı olan banka da ecnebilerindi.
İş Bankası bu yüzden kuruldu.
Muharrem ve Ramazan Kararnamelerini ecmain takımı anlatmaz bu millete.
Sır gibi saklar, gündeme getirmez, hep saklanır.
Bu halka tarihi yalanlarla çekilmiş diziler seyrettiriyor birileri.
Sudan çıkmış ak kaşık sanki Abdülhamit.
Sen yağdan ve yağcılıktan para kazanıyor servet ediniyorsun ya, şu idolün Abdülhamit’in servetine de bir bakalım istersen.
Bak Alper Aksoy ne güzel araştırmış;
“Damat Şerif Paşa’nın Paris’te yayımlanan hatıralarından öğreniyoruz ki, Abdülhamit’in Osmanlı Bankası’ndaki büyük servetinden başka, Deutsche Bank, Deutsche Orientbank, Swissbank, Kredi Lione gibi yabancı bankalarda kişisel serveti vardı. Darphane’de basılan Hamidi denen altınlardan “Hiç kullanılmamış olanlar” yüzerlik “sucuklar” halinde ve onarlık destelerle Deutsche Bank ve Deutshce Orient Bank’a teslim edilmişti. Halk yiyecek ekmek telaşındayken, devlet borç batağında yüzerken “Ulu Hakan” denilen hırsız sucuk sucuk altınları binlik desteler halinde yabancı bankalara yatırmıştı. Yalnız Deutsche Bank’taki parası 1 080 000 altın idi. Yazıyla: Bir milyon seksen bin altın (Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri 3, İstanbul, Kasım 1966). Abdülhamit’in tahttan indirildikten sonra, bu dudak uçuklatan serveti Enver ve Mahmut Şevket Paşa’nın emri ile kendisinden zorla alınan bir vekaletle Selanik’e getirildi ve ordunun modernizasyonunda kullanıldı. Çanakkale Savaşı Abdülhamit’in soygun altınları ile alınan silahlarla kazanılmıştır. Sahi Atatürk öldüğünde ülke dışında beş kuruş serveti çıktı mı? “Bizim için Abdülhamit ne ise Atatürk de odur” diyenler bu servet işine niye bakmazlar?”
Anladın mı yağcı hacı?
Senin bütün derdin para.
Atatürk hakkında ileri geri konuşup laikliği de ona yamayarak elindeki yağ tavasıyla servetine servet katıyorsun.
Bu cumhuriyetin ve laikliğin bütün getirisinden en çok sen ve senin gibiler faydalanıyor biliyor musun kıllı?
Riyakarlık kanınıza işlemiş.
“Laikliği getiren köpek yüzünden toprakları kaybettik” diyorsun, köpek çok değerli bir hayvan seni ona benzetmeyeceğim.
Yapılan bir bilimsel araştırmada köpeğin ağzının insan ağzından 10 kat daha temiz olduğu çıktı ortaya biliyor musun kıllı?
O ağzını sonuna kadar aç ve aynada bir bak o iğrenç ağzına, ne kadar temizim diye.
Ülkenin kurtarıcısına söven birkaç meczuptan birisin.
Dedik ya tek derdin var tava elinde koşup muktedirlere yağ çekip para kazanmak.
Ha, Osmanlı’da hele de Abdülhamit’in 2 milyon 800 bin kilometrekare toprak kaybettiğini, Kıbrıs’ı İngiliz’e sattığını hatırlatırım sana.
Bu ülke laikliği terk eder ve bağımsızlığını kaybederse senin için hiçbir şey fark etmez biliyorum.
Senin inanıp güvenip örnek aldığın da keşke Yunan kazansaydı demişti.
Atatürk’ün cumhuriyetin ilanından sonra Hatay’ı topraklarımıza kattığını da hatırla yağcı hacı.
Hey kıllı, sana buğuz ediyorum.
Erzurum’da bir zamanlar insanlar toplanır beddua eder ve kahriye okurlardı.
Bir kahriye de benden sana olsun; “Allah seni münkariz eylesin”.
Şununla paylaş: