Özden İlhan
Tatlı Teslimiyetçilik
Hepimiz kendimize aynı soruları soruyoruz: Evren nasıl yaratıldı? Şans eseri miydi yoksa daha yüksek bir güç tarafından mı? Dünya ile bağlantımız nedir? Varlığımızın amacı nedir? Dünyada neden bu kadar çok adaletsizlik var?
Ölümle, doğal afetlerle ya da sevdiklerimizi kaybetmeyle karşı karşıya kaldığımızda, yaşam mücadelesinde kaybedişlerimizde, hayatımızı sorgulamaya başlarız.
Her şey yolunda giderken ve mutluyken varlığımızı sorgulamıyoruz. Ancak zorluklarla karşılaştığımızda amacımızı sorgulamaya başlarız.
Birçok toplumda kaderimizin ilahi bir güç tarafından önceden belirlendiğine inanılır.
Kader kavramı, insanlara yaşamları üzerinde kontrol duygusu verdiği için yaygındır. Ancak bu inanç, insanların kaderlerine boyun eğdiği ve daha iyi bir yaşam için çabalamayı bıraktığında, tehlikeli bir kendini beğenmişlik biçimine yol açabilir.
Bu nedenle bir süre sonra dinlerin öğretisi olan kadere insanlar teslim olurlar. Sanırım mutlu olmanın yolu, kader denilen öğretiye teslimiyetçilikten geçiyor.
İnsan öldüren, şiddet uygulayan, terörist, soyguncu, rüşvetçi, tecavüzce kim varsa, suçtan içeriye giren herkese ” kader kurbanı” diyen, bir ülkede yaşıyoruz.,
Teslimiyet veya kadercilik; ne kadar samimi ve dürüst olabilir ki, buna bir isim verelim. Tatlı teslimiyetçilik, içsel ve dışsal maskeleme yapmaktan öte gidemez. Kendimizi kandırmak, hatalarımızı, acılarımızı kabul etmeyip, gerçeği örtbas etmek; uçurumun üstüne derme çatma kurulmuş bir köprünün üstünden geçmek veya dar bir yolda uçurumun kenarında yürümek gibidir.
Bunu en güzel Leo Tolstoy, Anna Karenina adlı romanında “uçurum hayatın ta kendisiydi” diye- yazmıştı.
İnsanlar genellikle davranışlarını haklı çıkarmak ve vicdanlarını rahatlatmak için bahaneler üretir ve kendine “yapay yaşam köprüsü” oluşturur.
Yarattıkları kaosla yüzleşmek yerine avutucu yalanlarda teselli ararlar. Ve daha da rahat etmek istiyorlarsa, “Kaderimdi” deyip kendilerine suni bir köprü kurarlar.
Yanlış gerekçelerin arkasına saklanmak yerine eylemlerimizin gerçekliğini kabul etmek ve sorumluluk almak çok önemlidir. Ancak o zaman gerçekten büyüyebilir ve hatalarımızdan ders alabiliriz.
Hatalarının farkına vararak kendini düzeltmediği zaman, kendi kurduğu” yapay köprüsü “ayakta kalsa bile, bir süre sonra köprüsünün yıkılma riskiyle baş başa kalabilme olasılığı yüksektir.
Nietzsche, hatalarımız kabulüne bilmemizin bir yolunu, gerçek bir sanatçıyla örneklendirir. Karakterimizin iyi gözlenmesini bilirsek, kusurlarımızı görebileceğimizi anlatır. Tabii anlattıklarını anlamak için son yılların insanlara şırınga edilen egomuzu da bir kenara bırakmamız gerekiyor. Egoyu kenara bırakmayıp seçim yapmaya kalkarsak, “ zevkime uygunsa iyidir “düşüncesi hâkim olabilir.
Bir sanat eseri yaratırken birçok kusuru barındırması olağan bir durumdur. Bununla birlikte, gerçek bir sanatçı, bu kusurları görmezden gelmenin veya gözlemlememenin kalitesiz bir parçayla sonuçlanacağını bilir. Bunun yerine, herhangi bir hatayı dikkatlice gözlemlemek ve düzeltmek için deneyimlerini kullanırlar ve sonuç olarak değerli bir sanat eseri üretirler.
Gerçek bir sanatçı, bir sanat eserinin ilk aşamalarının genellikle kusurlar ve kusurlarla dolu olduğunu anlar. Bu mükemmellik seviyesine ulaşmak için, bir sanatçının çalışmalarını yakından gözlemlemek için zaman ayırmaya istekli olması gerekir.
Sonunda, sanatçının hatalarından ders alma konusundaki istekliliği ve onları diğerlerinden ayıran sanatına olan bağlılığıdır. Deneyimlerini kullanarak ve çalışmalarını dikkatle gözlemleyerek, zamana meydan okuyacak bir şaheser yaratırlar.
Hepimiz aslında bu dünya içerisinde “varlığımız nedenlerini” anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bunu anlamak için yeteneklerimizin ve karakterimizi fark etmemiz gerekiyor. İnsan kendini bütünüyle anlamlandırmak ve yeteneklerinin farkına varması ve iyi, kötü, zayıf, güçlü karakter özelliklerimizi bilmesi gerekiyor.
Biz ilk önce başkasını değil, kendimizi değiştirmek zorundayız. Aslında bizi biz yapan değerlerimize ulaşmak, kendimizi iyi tanımaktan geçiyor.
İnsan kendini sorguladığı zaman eksik veya zayıf yönlerinin neler olduğunun da farkına varır. Bunları düzeltmek için harekete geçer.
Rus yazar ve tarihçi Aleksandr” “Kötülük hakkında sessiz kalarak, onu yüzeyde hiçbir iz görünmeyecek kadar içimize gömerek, onu ekiyoruz ve gelecekte bin kat yükselecek. Suçluları ne cezalandırdığımızda ne de kınadığımızda, sadece onların önemsiz yaşlılıklarını korumakla kalmıyoruz, böylece yeni nesillerin altından adaletin temellerini söküyoruz.”
Aleksandr I. Solzhenitsyn, Gulag takımadaları bize önerdiği, yanlışı görmezden gelerek, her şeyi kader bağlayarak, görmezden gelme veya örtbas etmek pratiğinin bir eleştirisidir. Eğer buna izin vermeye devam edersek, daha da kronikleştireceğimizi, suç işleyenlerden hesap sorulmamasının sadece önemsiz hayatlarını korumakla kalmayıp, aynı zamanda gelecek nesiller için adaletin temellerini de baltaladığını savunuyor.
Rus yazar Aleksandr, özetle toplumdaki hesap verebilirlik ve adaletin önemini ve adaletsizliğe göz yummanın tehlikelerini vurguluyor.
Tatlı teslimiyetçilikle yeni nesillerin altından adaletin temellerini sökülmesine izin verilmemesi gerekiyor.
Şununla paylaş: