Macit Gürbüz
Yemin Et!
Türk Dil Kurumu sözlüğü, “Tanrı’yı veya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayı doğrulama, yemin, kasem” ya da “Kendi kendine söz verme, ahit” diye açıklıyor ant ya da yemini.
Millet olarak neredeyse her söze yeminle başlar kasemle devam eder antla bitiririz.
İçinde dini motifler bulunanlar en çok tercih ettiğimiz antlardandır.
Karşımızdakini inandırmak, belki de kandırmak daha kolaydır çünkü.
Getir Kur’an’a el basayım ayıp ettin yaaa! Demez miyiz?
Toplumsal olarak inandırıcılık sorunumuz var bu çok açık ve net.
Öylesine abartırız ki yemini adeta virgül yerine kullanırız, böylece karşımızdaki kişide ağzı Kur ’anlı, kalbi imanlı ve vicdanlı bir imaj çizmiş oluruz.
Anlatan; yeterince inandırıcı olamadığını hissettiği anda başlar din sosuna batırılmış o meşhur kelimeleri ardı ardına dizmeyi; Allah seni inandırsın… Yemin ederim… Allah’u alem… Vallah… Billah… Tallah… Tillah.
Aslında karşılıklı bir tiyatrodur bu.
Muhatabı da emin olmak ister; öyle ya acaba doğruyu mu söylemektedir.
Yapıştırır soruyu: yemin et!
Etmez mi karşıki, ardı ardına sıralar, en iğrenci de analar üzerine edilendir, “anam avradım olsun”.
Yetmez, deşiştirir karşıdaki, “De Kur’an?”
Yanıt hazırıdır; Kur’an Musaf çarpsın ki!
Şuradan şuraya gitmek nasip olmasın ki!
Kör olayım ki!
İki gözüm önüme aksın ki!
Oğlumun başı için!
3’den 9’a şart olsun ki!
Çocuğumun ölüsünü öpeyim ki!
Erzurumlu İbrahim Hakkı da meşhur Tefviznamesi’ni, “Vallah güzel etmiş, billah güzel etmiş, tallah güzel etmiş, Mevla görelim netmiş, netmişse ezel etmiş” diyerek tamamlamıştır.
Yemin etmeden ya da ant içmeden olmuyor demek ki.
Katalizör görevi yapıyor.
Acemler, çoğunlukla Emir-ül Müminin İmam Hüseyin ve Hz. Hüseyin’in bayraktarı Abbas adına yemin ederler.
“Bihakkı penç” yani “5’in hakkı için” derken kastettikleri Hz. Muhammed, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin’dir.
Zorda ya da darda kaldıklarında, “Bihakkı Hüda”, “Bihakkı Peygamber”, “Bihakkı Kur’an” sözleri dökülür dudaklarından.
Doğu toplumlarında yeminlerin ana kaynağı Allah peygamber ve Kur ’andır
- İmam Mehdi’yi yani “Sahib-i Zaman”ı da unutmamak lazım, çünkü İmam Mehdi, Hızır gibi her yerde hazır ve nazırdır ve darda kalanların imdadına yetişir.
Ağrı ve Doğubeyazıt çevresinde yaşayan Kürtlerin alışverişlerinde senet sepet düzenlemek yerine Ahmed-i Hani üzerine yemin ettiklerini Faik Bulut’tan öğreniyoruz.
Ser’i Ehmedi Hani, yani Ahmedi Hani’nin başı için.
Keza, Hakkâri Kürtleri de hemen her cümlenin sonuna ‘Hude’ ekleyerek konuşurlar. Kürtlerin Fars etkisinde yaşamalarından kalmadır.
’Hudddeee’ diye uzatarak ifade ederler.
Yemin metinleri üzerine tarihin derinliklerinde bir araştırma yaptığınızda çokça örnekle karşılaşıyorsunuz.
Örneğin: M.Ö 1293 tarihinde meydana gelen Kadeş Savaşı’nın ardından yapılan antlaşmada Mısır Firavunu II. Ramses ile Eti Kralı III. Hattuşili arasında yapılan antlaşmada, her iki kral antlaşma şartlarına uyacaklarına dair ilahları adına yemin etmişlerdi.
Suriye’nin batısında devlet kuran Fenikeliler, M.Ö 15-16 Yy.’ın geleneklerine göre bir devletle savaşa girmeden önce, komutanın yemin etmesini ve yeminini teyit amacıyla henüz buluğa ermemiş bir evladını kurban etmesini şart koşuyordu.
Benzer olarak Tunus’ta devlet kuran Kartacalıların III. Pön savaşlarını idare eden komutanı Annibal, bu geleneği yerine getirme adına kendi çocuğu yerine başka bir çocuğu keserek kurban etmesinin savaşın kaybedilmesine yol açtığına inanılmış ve halk Annibal’e düşman olmuştur. Annibal, bu yüzden Suriye kralı ve yakın dostu III. Antiyohus’a sığınmış ise de Roma arkasını bırakmamıştır.
Yemin böyle bir şey işte.
Isparta kanunlarında ise, ordu teşkilatına girecek olanlar savaştan kaçmayacaklarına ve savaş meydanında gerekirse öleceklerine dair yemin etmek zorundaydılar. Pers-Med savaşında İran hükümdarı Serhas I ile Isparta Kralı Leonidas, Termopil geçidinde savaşa tutuşmuşlar (M.Ö 508), bu savaştan sağ kurulan birkaç asker Isparta’ya dönebilmiş, ancak bizzat Ispartalılar tarafından asılarak idam edilmişlerdir.
Çünkü Isparta kanunları savaştan kaçmayı yasak etmişti.
Savaş meydanında savaşacak kimse kalmasa da birbirleriyle savaşacaklardı zahir.
Tarihi örneklere Arap ve İslam tarihinden de örnekler eklemek olasıdır, çeşit çeşit yeminlere rastlarsınız.
Örneğin Akabe andı.
M.S 621 yılında Hacca gelen 12 kişi, Hz. Muhammed’e biat edeceklerine dair yemin ederler. Bu yemine Akabe andı denmiştir. Hz. Muhammed daha sonra 1. Akabe yeminini yapanlarla birlikte Kur’an’ı iyi bilen güvenilir bir kimseyi Medine’ye göndermiştir. Bu kişi hem Medine halkına İslam’ı öğretecek hem de Medine’deki gelişmelerden kendisini haberdar edecektir. Daha sonra Medine Müslümanlarından 75 kişi, Hz. Muhammed ile gizlice buluşmuş ve İslam uğruna savaşacağına ve ona bağlılıklarına dair yemin etmişlerdir, bu da tarihteki II. Akabe yeminidir.
Öte yandan Hz. Muhammed hicret ederken ona bağlı olan Medineliler onu koruyacaklarına dair yemin etmişlerdir.
Niğbolu savaşında Yıldırım Beyazıt’a esir düşenler arasında Fransızların Burgound Dukası Korkusuz Jean da vardı, serbest bırakılan Jean, adının önündeki ‘korkusuz’ lakabına aldırmadan Beyazıt’a karşı bir daha silah kullanmayacağına dair yemin etmişti.
Bitmedi, sefere çıkan padişahlar bir yeri zapt ettiklerinde, teslim olacak kale halkına ve müdafilerine dokunulmayacağına dair ‘amanname’ vererek teminatta bulunur ve kutsal değerler üzerine yemin ederlerdi.
1.Meşrutiyet ilan edildiğinde parlamentoda içilen ant metni şöyleydi:
“Zat-i hazret-i Padişahiye ve vatanıma sadakat ve Kanun-u Esasi ahkâmına ve uhdeme tevdi olunacak vazifeye riayetle, hilafından mücanebet eyleyeceğime (kaçınacağıma), vallah ve billah”.
1924’de Teşkilat-ı Esasi’ye kanunun 13. Maddesinde dört senede bir seçilen mebuslar şöyle ant içiyordu:
“Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bila kayd-ü şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma namusum üzerine söz veririm”.
Türlü türlü yemin metinleri var, ceza mahkemelerinde yapılan tanık yeminine gelince;
“Bir şey saklamaksızın ve bir şey katmaksızın, kimseden korkmayarak bildiğimi namusum ve vicdanım üzerine doğru söyleyeceğime yemin ederim”.
Türklük ve Türkçülük ülkülerine hizmet edenleri dinsiz diye yaftalayan cumhuriyet düşmanı din tüccarlarının Kur’an kurslarında minik beyinleri yıkamak amacıyla çocuklara ettirdikleri yemin metni ise tam bir facia.
İçinde yaşadığı ülkenin kurucu liderine savaş açmaya yemin eden o kafa bu işte.
Bakın nasıl?
“Ben, Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim Allah’ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim”.
Devletini yıkmak için (kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma dediğine göre) dini Allah’ı ve bütün mukaddesatı üzerine yemin etmiş, yetmemiş bir de kasemle taçlandırmış hazret.
Yazık, birey olmanın mukaddesatını hiç algılayamamış, kul köle olmaya devam etsin diye ümmet esasını geri getirmek üzere ant içmiş şaşkın.
Aydınlığın yemini ise bambaşka.
Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu’nu bitiren cumhuriyetçi öğretmen adayları için 1 Ağustos 1969 günü düzenlenen ‘mesleğe giriş günü’ töreninde okunan metni gururla okuyalım lütfen:
“Alacağım diplomanın sağlayacağı yetkileri kötüye kullanmayacağıma, Atatürk ilkelerine ve devrimlerine, cumhuriyet kanun ve esaslarına bağlı kalmak suretiyle memleketime ve milletime hizmet edeceğime, namusum ve vicdanım üzerime ant içerim”.
Ne üzerine yemin edilmiş?
Namus ve vicdan.
Yani sosa baharata şerbete gerek yok.
Namusluysanız ve vicdanınız varsa yemine ihtiyaç duymazsınız.
Velhasılıkelam; keşke içtiğimiz antlara bağlı kalsak, keşke yemin etmek zorunda kalmadan yaşayabileceğimiz tertemiz bir toplum özlemiyle yanıp kavrulmasak, vicdanımızı dinlesek ve ahlaklı olsak.
Şununla paylaş: