Macit Gürbüz
Burnumun direği…
Bir türkü çalar, söz ve ezgi ruha çatar, burulur ağlar yürek.
Ağlayan yürektir ancak burundaki o direğe bir şeyler olur.
Ah o direk!
Türküdeki gibi felek çakmağını çakmaya görsün.
Yürek ağlayınca burundaki o direk sallanır sarsılır, bir balyoz iner gövdesine sanki.
Çatlar, kırılır, çatırdar, kütürder.
İnce ince sızlamaya başlar
Sızlayan her şey gibi acır, sancır, incir.
Sızım sızım sızılar.
Bazen araya ayrılıklar, zamansız vedalar ve dönüşü olmayan elvedalar girer.
Burundaki o direk kıpırdar yine.
Fitili yürek ateşler, burundaki malum direk idare lambasının titrek alevi gibi tel tel sallanır
duramaz.
Ateş sana kim üfledi misali.
O direk gözle görülmez ama sallanıp sarsılınca göz ağlamaya başlar, yaşlar dize iner, sel olur
akar.
Yüreğe kan damlar.
Göz, yürek ve direk resmi geçittedir artık.
Birine kan damlar, biri sızlar, biri ağlar.
Yüreğe söz geçmez, burun söz dinlemez, göz hazır ve nazırdır ağlamaya, inciler sıra sıra
dökülür.
Tanrı gözü dört renk yaratmış; ela, mavi, yeşil ve kara.
Duyguyu; yürekte, sızlayan burunda, ağlayan gözde ara.
Rengin ne önemi var ki, yürek kaynayıp direk çatırdayınca her renk gözü yaş beler, dolar
boşalır mendil dayanmaz.
Yine aklıma dönüşü olmayan elvedalar düştü.
Ah o burnumun direği ah, nasıl da sızlıyorsun!
Sızlama sızım sızım, anlamıyor musun umarsızım.
Sana da yazık bana da.
Şununla paylaş: