geri dönüşlerinizi önemsiyoruz
Zafer Arapkirli
“İnanmak” istemeyin artık
O çizgi çoktan geçildi, hanımlar beyler.
O umut, fikren bile mevcut değil artık.
Adaletin, hukukun ve aklıselimin er ya da geç hakim olacağı, bir şekilde tecelli edebileceği, ülkenin şurasında burasında bir ya da birkaç hâkim ya da savcının, okudukları kitaplara, aldıkları diplomalara ya da üzerlerindeki “düğmesiz cüppelerin kudsiyetine” sâdık hareket edebileceklerine dâir umuttan söz ediyorum.
Hani şu, “Bu ülkede hukukun ve adaletin biraz da olsa var olduğuna inanmak istiyorum…” cümlesini sarfedenleri kastediyorum.
“İnanmak” istemeyin kardeşim.
Bu inanç, artık sizin masum ve safiyane bir duygunuz olmaktan çıkmış ve muktediri tahtında daha fazla tutan bir “güç kaynağı” haline gelmiş bulunmaktadır. Halkın içinde “mağdur ama umudunu hâlâ yitirmemiş, zerre kadar da olsa, hukuka, mahkemelere, adalete, yasalara, anayasaya, devletin ferasetine inancını koruyan” az sayıda kalmış da olsa insanın varlığı, artık muktedire yaramaktadır.
Bu “sanal umut”, birşeylerin değişmesi için bir katkı değil tam tersine bir engel haline dönüşmüş bulunmaktadır.
Bu ülkede artık hukuksuz yere, sırf bir siyasi hırs ve intikam için hapse tıkılmış bulunan insanlar, bırakınız yasal çerçevede yani kitaba göre muamele edilmeyi veya yargılanmayı, tam tersine kasten ve alenen öldürülmek istenmektedir. Evet, taammüden cinayet teşebbüsünden söz ediyoruz.
İşte Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ın durumu.
İşte diğer kronik ve ölümcül hastalıkları ve sakatlıkları olan belki de sayıları binlere ulaşan başka insanların durumu.
Devlet, bizzat kendisine emanet edilmiş (yani zorla emanete almış olduğu) tutuklu ve hükümlülere herkesin gözü önünde eziyet eder haldedir. Bugün, sadece gözlerimizin önündeki CHP’li (ünlü) belediye başkanları ve o belediyelerin suçsuz (evet, mahkumiyeti kesinleşene kadar herkes suçsuzdur) bürokratların yanısıra, tanınmış ya da tanımadığınız gazeteciler, insan hakları savunucuları, siyasetçi, öğrenci, sendikacı, akademisyen, emekçi, emekli, aktivist, on binlerce insan aynı durumdadır.
Hepimiz Silivri’yi, belki Kandıra’yı, Edirne’yi, Mamak’ı, Buca’yı filan görüyoruz. Peki ya ülkenin dört yanında, bilmediğimiz, avukatların her gün girip çıkamadığı, çıkışta basın toplantıları yapılmayan bir yığın cezaevinde, kimi “kuyu tipi ölüm hücrelerinde” ölümcül koşullarda barındırılan on binlerce insanı konuşuyor muyuz?
Bir alçak muhbirin ifadesiyle, düzmece delillerle, savunma hakları alabildiğince kısıtlanarak içeri tıkılan onca insanın, o “… inanmak istiyorum” diyenlerle ilgili neler düşündüğünü hiç merak ediyor musunuz?
Hepimiz, kamuoyunun yakından tanıdığı “ünlü” siyasetçi ve gazetecileri konuşuyoruz. Onlar en azından her Allah’ın günü, hem de günde birkaç kez seslerini dışarı duyurabiliyor, feryatlarının medyada yer almasını sağlayabiliyorlar. Hattâ TV ve YouTube kanallarında yayın bile yapabiliyorlar.
Peki ya, rejimin ve artık tamamen ortadan kalkmış bulunan hukuk ve adalet sisteminin mağduru başka insanlar?
Evlâdı, göz göre göre katledilmiş ama olayın arkasında gerçek fail durumunda önemli ve “nüfuzlu” insanların bulunması nedeniyle üstü örtülmeye çalışılan bir cinayete tepki gösterdiği için hapse atılan Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’ın sesini yeteri kadar duyabildik mi?
Çorlu Tren Katliamı’nın kurbanlarından minicik Oğuz Arda’nın anneciği Mısra Öz’ün, tam da katliamın yıldönümünden bir gün sonra, gerçek suçluların ceza alması için verdiği mücadele nedeniyle belki de hapse atılmak üzere yargılandığını kaç kişi biliyor?
İnsanların yıllarca emek verdiği, uğruna ter döktüğü diplomalarını, tapularını gaspetmeyi artık rutin bir işlem, hattâ marifet saymaya başlayan bir sistemin giderek daha fazla hâkim olduğu bir anlayış daha da kökleşmiyor mu bu ülkede? TBMM’nin kapılarına dayanan mağdur zeytinci köylülerin feryadını bırakıp terör örgütü liderinin özgürlüğünü ülkenin neredeyse birinci gündem maddesi olarak gören bir kısım milletvekili, hiç mi farkında değil olup bitenin?
Rejimden nemalanan yandaşları ve kaderlerini rejimin bekasına endekslemiş kiralık medyayı saymıyorum. Bu ülkenin vicdan sahibi insanlarının yüzde kaçı, Temmuz ayı gelip geçmekte iken, TÜİK tarafından hukuksuz ve izansız biçimde açıklanan yüzde 16.5 oranında 6 aylık enflasyona endeksli insanlık dışı ücret zammına yeterince ses çıkarabildi?
Bırakınız sıradan idare mahkemesini, Anayasa Mahkemesi’ne dahi gitsek, adaletin sağlanabileceğine, hatta AYM karar alsa bile uygulanabileceğine dair zerre kadar umudunuz var mı?
Bir kişinin, aldığı emirlerle halkın gerçek sesi ve kulağı olma durumundaki TV kanallarını tek bir emirle (3 – 4 kişinin birlikte el kaldırması yöntemiyle) kafasına göre karartabildiği, gece gündüz “lisans iptaliyle” yani tamamen kapatmayla tehdit edebildiği bir ortamda, neye “… inanmak istiyorsunuz” hâlâ?
Ana Muhalefet partisi genel başkanının anlattıklarına bakılırsa, savcının biri masasının üzerinde teşhir ettiği “Beyaz Toros” oyuncak otomobille tanık veya zanlı tehdit ederken, o kanlı meş’um simgenin “capcanlı” varlığını sopa gibi kullanırken, bu ülkenin (üstelik o Beyaz Toros’u en yakından tanıyan) bazı politikacıları, hâlâ bu rejimle “Barış ve adaletin ve hatta demokrasinin gelebileceğine” inanabilme naifliği içinde nasıl olabiliyor?
Ve siz hâlâ “… inanmak istiyorsunuz” öyle mi?
Diktatörler, işte tam da bu “inanç”la ömürlerini uzatır.
Şununla paylaş: