Skip to content

Anama Mektup...

Nazım, “rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat” diyor.

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçip giden o hayatta bana can veren bir kadın vardı adı hayat olan.

NURHAYAT, yani sen canım anam.

“Allah ömrümden alsın sana versin” diye dua ederdin bana.

Son nefesine kadar da duanı hiç eksik etmedin.

Biliyor musun mavişim, her sabah başımın üstünde dönüp duran senden miras bir duanı yakalıyor öpüyor koynuma koyuyorum.

Yaşım 50’yi geçmişti çoktan.

Bana beş yaşında bir çocuk gibi davranır, başımı okşar ninni okurdun.

“Ben sene gurban sen bene yok

Çerçiler gelmiş boncuğu çok

Ben dedim alim (alayım) sen dedin yok

Her rengi var ama sarısı yok

Anası hanım yazması yok

Babası ağa şalvarı yok”.

Başımı okşayan o el rüzgâr kanatlı atlıları durdururdu inan ki anam. Zaman zaman içinde eriyip giderdi.

Kim kime der ki ben sene gurban sen bana yok?

Uzun uzun yüzüme bakardın.

‘Ana ne oldu, neden sürekli bana bakıyorsun’ diye sorardım, verdiğin yanıtla boğazıma bir şeyler düğümlenir, gözlerimde fırtınalar kopardı.

“Sana bakmaya doyamıyorum”.

O yüzden gözlerim gözlerine değdiğinde aklımı bir vaveyla alırdı.

Üç yıl oldu neredeyse gideli.

Canımı kaybetmiş gibiyim.

Sabah hicazım akşam hüzzam.

Bir dağ köyüne ilk kez ayak basan çerçi misali çokça incik boncuk getirdim kabrine bugün, aldın mı? 

Dört bir tarafına dizdim sıra sıra.

Bana söylediğin o ninnideki gibi her rengi var lakin sarısı yok kusura bakma.

Ninnine uygun olsun istedim.

Varsın sarısı da olmasın be!

Aklıma Vahapzade’nin şiiri geldi yine.

“Yuhun şirin olsun deyirdin mene

Yuhun şirin olsun diyim mi sene?”

Bu da benden sana ninni olsun canım anam!

Anammmm! …

Sevgi yolum.

Kanadım kolum.

Kardiyovasküler solum.

Aklımda saklımda dua ederken titreyen sakalımdasın.

Nazım diyor ya, “Sesini duysam sesine sarılacağım, öyle özledim”.

Canım anam, hasret mektubumu torunun (nişanlım – öyle derdin gülümseyerek) Arda’nın çok özel ve sıcacık satırları ile bitireyim izninle.

 

BU EV VE BU BAHÇE…

Bu ev ve bu bahçe çocukluğumu hatırlatır bana.

Babaannemin eşsiz muhallebi ve sütlacı, eşi benzeri olmayan peyniri, sobada demlenen karanfilli çayı, Kars’ın içli Bayburt’un kör ketesi, un helvası ve içli poğaçaları demektir bu ev ve bu bahçe.

O zamanlar yürüyebildiği için kapıya kadar gelebilen, bahçedeki eski bankta oturup gülen gözlerle bana bakan Mavişimdir.

Muhabbet kuşumuz Paşa’nın kafesinde bahçede hava almasıdır.

O bahçede edilen sohbetlerdir.

Bayram sabahları öpülen eller, yaşaran gözler ve bayram harçlığıdır.

Biçilen otlardır, babaannemin özel olarak diktirdiği köşedeki leylak ağacından yayılan o muhteşem rayihadır.

Sıcacık sobadan buz gibi koridora geçince gelen serinliktir.

Ev içinde var olan o kendine has güzel kokudur.

Mavişimin mis gibi kokan kolonyalarıdır, ben geliyorum diye örtüleri kaldırılan yumuşacık halılardır.

Her köşesi bir anı babaannemin evinin, her bir köşesi.

Ah Mavişim ah!

Öte alemde umduğunu bulasın, ruhun şad olsun.

Torunun Arda (Nişanlın)

 

Anneler günün kutlu olsun, yine boğazım düğüm düğüm.

Geri dönüşlerinizi önemsiyoruz

Yazarın Diğer Yazıları

macit.gurbuz@gmail.com

    e medya Ltd. Şti. /Ankara

    Paylaş
    Bağlantıyı kopyala