Skip to content

– Beşeri tanımla “Bilmeyen değil, göz ardı eden; öğrenmek için değil, menfaat için soran; doğruyu aramayan, bulma gayreti olmayan, bulursa da uymayan, sadece işine gelen uğruna uğraşan ve arzularına uyan sabırsız kişidir” cahil.
– İlahi veriler ışığında ise kısaca “Nefis esiri olan, bilen ancak nefsine uygun olanı uygulayandır.  
Cehaletin babası Ebu Cehil. O birçok şey biliyor. Arapçayı üst lisanla konuşuyor ve üstün edebi kabiliyeti ile birçok şiir biliyor. Ancak sadece nefsinin istekleri hayat buluyor. Hakeza Ebu Süfyan kendi döneminde 3 dil biliyor. Hatta kültür olarak bakarsak bunlar Peygamberden daha kültürlü idiler. Ama arzularına uyup, heva ve heveslerinin peşinde yasıyorlardı. Yani nefis esiri olduğu için cahil idiler. Ortak noktaları şuydu: Biliyorlardı ama işlerine gelen neyse onda ısrarcı idiler. Tabii ki Müslüman âlemde muhafazakâr denince akla Ebu Cehil ile ekolü gelir ve bu manada dünyanın en büyük muhafazakârı odur. (Günümüzde ağızlarından Ömer’in adaletini düşürmeyip Ebu Cehil gibi yaşayanlar, onun çağdaşlarıdır.)  

Tabandaki taraftarları ise “bilgisizi alkışlar, kırık dökük bilgisi olanlara hayretle bakar, Bilgini ise hiç anlamaz.” der, Benjamin Franklin. “Cahilde eksik olan akıl değildir (o kurnazdır) eksik olan ahlaktır.” der,  Ferit Edgü. Ve “Cahil bilmediğini sormayandır.” der, Buharalı Şahı Nakşibendi. Allah’ın kelamı (Zümer- 9) ise “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” der. Kısaca, cahile ilim anlatmak ilmi bilgiyi zayi etmektir. Anadolu irfanı “cahile kelam, nafile kelamdır” diye noktayı koymuştur.

Klasik tespitlerle, hani toplumda bilenler konuşmaz, konuşanlar de bilmez ya! Cehaletin mayalanmaya başladığı milat ve bu durum, cehalet ile ihanetin kol kola ve gaflet ile derinleşen bir iklimdir. Temel dayanaklarından mürekkep yalamış münevver, serkeşler ve mürekkebe bulaşmış merkepler. Bu da sefaletin sarmala aldığı cehalettir.

Bir de katman olarak yarattıkları din, yerlilik ve millilik var ki bunların devreye alınması ile her biri bir ölüm makinasına, bir terminatöre dönüşür. Bu durum artık cehaletin utanma kabuğunu çatlatmış küstahlığa dönüşmüş halidir. Savundukları her bir değer, zulüm üretir. Dinden üretilen zulmün alt yapısı budur. (Coğrafya dâhil emsallerini, değişik katman, mevki ve makamlarda yaşıyoruz, adı zulüm.) Dahası bu manada cahilde dindarlık arttıkça savunduğu yerli ve milli değerlerle sapkınlığı da artar ki aynı hal, dünden bugüne pratikte yaşananlardır.

Çok acı ama buradan çıkan sonuç şudur: Sadece cahilimiz yerli ve milli. Bu manada tarihe not düşmüş George Bernard Shaw, “Hareket halindeki cehaletten daha korkunç bir şey yoktur.” diye. Yani an itibariyle Türkiye, egemenlerin cehaletiyle övündüğü tek ülkedir. Hem de topluma bu sapkın olgunun aşısını yaparak.

Ülkede adeta cehalette yarış ve yarışta blok oluştu! Tavanda kampanyalarla cehalet pekiştiriliyor. Kısaca “ben merkezli, egosantrik bir yöntemle” sistematik olarak çürüyor, çürütülüyor, kalitesizleştiriliyoruz. Tepe özendiriyor, taban alkışlıyor. Tam bir zifiri karanlık. Öyle ki artık muhatapları emanete hıyaneti mubah görmekte… Tetiklenen olası muhtelif sosyal, siyasi ve iktisadi patlamaların eşiğindeyiz. Bu durum toplumsal tufan kapısıdır.

 

Söz Hasan el- Basri’nindir, “Hıyanet olarak hainlere yardakçı olmak yeter” der. Bu muhteşem sözü tamamlamak lazım. Bu manada tarih eksi ve artısıyla en değerli hazine ve emanettir. Günümüzde de emsalleri malum! Milletin umutlarını ve geleceğini emanet ettikleri, o emanete hıyanet ederse cehalet ile beraber hıyanet de nükseder. Ne yazık ki “gafleti, dalaleti ve hıyaneti” aynı anda yaşadığımızı kanıtlayan o cehalet, artık tahammül edemeden her köşeden HIRLAMAKTA. Fark edilmezse akıbet zayi olmaktır ve çöküştür. O haldeyiz ki cehaleti ile övünene mücrime mi yanarsın, yoksa onu alkışlayan güruha mı?
Zira adalet, liyakat ve ehliyeti defeden cehalet, ihanetle yol almış hareket halindedir. Bernard Shaw tam da durum için “Yürüyen cehaletten daha korkunç bir tahrik gücü yoktur.” evrensel tespitini yapmıştır. Yani yürüyen cehaletin tahribatını durdurmak için yürüyen aydınlık lazım tabii. Çünkü güç zehirlenmesiyle bu tahribatın alt yapısı cehalettir. Merhum Prof. Dr. Hüseyin Atay “Cehaletin temelinde menfaate dayalı bir korku vardır” derken, ufkunda bugünleri menziline oturtmuş olmalı! Öyle ki bu korku, menfaatine halel gelmesindeki endişenin doğurduğu korkudur. Kaybetme korkusu ile oluşan korku ittifakını izaha gerek var mı? 
Bence yok tabii, malum! Ancak bir diğer sosyolojik boyutu daha var toplumun önde gelenlerinin dilinde temel değerler, devlet- millet, ezan, bayrak, yerli- milli, ahlak, din- iman ve arkasında cehalet varsa o toplum iki güçlü silahın arasına sıkışmış ölümcül ve mezarlık toplumudur. (“Yabancısı değiliz” diyenleri duyar gibiyim.)
İşte demokrasi bu iki silah arasında asla çalışmaz! Çünkü merkezinde nur topu gibi bir despot vardır. Çünkü demokrasi toplumsal düzeyde “insan olma bilincinin yeterliliğini” esas alır. Bir toplumdaki düşünce düzeyi o toplumun cenneti değilse cehennemidir ve yine çünkü demokrasi aşağı- yukarı eşit insanların rejimidir! Yine çünkü demokrasinin olmadığı o toplumda ise demokrasinin D’si, despotizmin D’sidir. Detayı ayrı bir boyut ancak sonuçta “korkutulanlar, korkarak korkutanların en büyük dayanağı olur.” Dolayısıyla korkunun hâkim olduğu ülkelerin zalimleri cüretkâr olur ve cahil, cehalet, ihanet, cinnet akraba kavramların doğurduğu sonuç budur. Zira,

KAMİLLER ittifakta yarışır, 

CAHİLLER itilaf ve kavgada yarışır, 

ZALİMLER çıkarda ve ihtirasta yarışır! 

Müslümanların temel sorunu da budur! İşte siyasi otoriter zalimler, cahilleri kullanarak sistemi tahkim etmişlerdir. Coğrafyaya bakın; dini gramajla montajlamayı başarmışlardır. Onlarca asırdır “ayrıştırarak, ayrıştırdıklarını derinleştirerek, kamp ve bloklara ayırarak” bu garabetin fevkaladeliğini yaşıyorlar.

 

Martin Luther King’ten ilham ile “Beni kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği korkutuyor.”  NOKTA.

    e medya Ltd. Şti. /Ankara

    Paylaş
    Bağlantıyı kopyala