Skip to content

Yalan!

YALAN VARSA;
Yanıltma vardır.
Dolan vardır.
Talan vardır.
Çalan vardır.
Uman çoktur. / ZULÜM VARDIR ve yalanlarla yaşamaya alışmak ve yalan olmak vardır.

Yalanla ilgili tarihten süzülerek gelen birkaç evrensel söz:

* “Yalan söyleyenler, doğru söyleyenlere inanmazlar.” (Konfüçyüs) 

* “Yalancılık, meslek dalı olarak ilan edilmeli artık. Çünkü çok fazla ustası var.” Balzac 

* “Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.” Goebbels. 

* “Az yalan söylenmez, yalan söyleyen her yalanı söyler.” Victor Hugo.

* “Az bilenlerin ve yalancıların sesi hep fazla çıkar! Çünkü aklın fukaralığı dili ukala kılar.” Evrensel tespit.

* “Yalancılar ‘yok oluşlarının tohumlarını’ rahimlerinde barındırırlar.” Bu da bizden olsun. 

Evet, “akıl, düşünce, felsefe ve hayatın kendisi” böyle söylüyor. Zira evrensel bir kuraldır. Yani tüm olumsuzlukların ve kötülüklerin anası, anahtarı, beslenme kaynağı ve evrensel bir beladır yalan. Bireyden topluma cinnete vesiledir. Kurumsallaşmışsa eğer vay o toplumun haline. Asla dikiş tutmaz.

Ali Şeriati “Sadece devlet konuşuyor ve herkes susuyorsa her şey yalandır” derken kurumsallaşmış yalanı kasteder.

“Sana güvenen bir insana yalan söyleme. Sana yalan söyleyen bir insana asla güvenme”

Hz. Ali

Bir de “yalan ve yanıltma ile toplumu domine eden bir sistem” mevcut ise bu en acil BEKA ve MİLLİ GÜVENLİK sorunudur artık. Sosyolojik veridir; sorumluluk makamındaki yalancı, yalanla yanılttığı insanlardan daha çok kendisi yanılır. Bu kurumsallaşmaya vesiledir. Süreçte yasalar yassılaşır! Yasalar yassılaştıkça, insanı kamburlaştırır ve klonlama yolu ile toplumsal salgına döner ve tüm arsızlıklar makul hale gelir. Hani (hatırlayanlar bilir) bir tarihi eseri yıkarken oluşan tepkilere ‘Canım ne var bunda biz de yeni tarihi eser yaparız’ diyerek tarihe karşı husumetini yalan- dolan- talan ile kapatma gayreti, arsızlığın verdiği azgınlıktı.

Ali Şeriati’nin “Paranın olduğu yerde hem din yalandır hem de özgürlük” sözü gereği, ‘Dini ve ‘Parayı özne halinde getirerek azmış bir toplum artık mezarlık haline gelmiştir. Yine İslam’ın anıt filozoflarından El Kindi “Bir şeyin ticaretini yapan, onu satar. Sattığı ise artık kendinin değildir. Dolayısıyla din ticareti yapanın dini yoktur” der. Şöyle ki;
– Artık yalan, dolan, talan ile mutfağından ormanına memleket yanarken, vatanTAŞ saçını tarar ve adını da kader koyar. Çünkü yukarısının hükmü açıktır: Fıtrat ya da eşyanın tabiatı gereği…
– Manevi duygular sonuna kadar sömürülerek yukarıdan aşağıya din ile uyutmak inandırıcı hale gelir.

Hani Allah’ı ağzından düşürmeyenler var ya! “Allah’ı anmak” diyelim. Alıyor eline tespihi dilinde Allah’ı mest ediyor. Günde 5- 10 bin kere. Yahu “Allah’ı zikretmek” o değil ki! Allah’ı anmak demek O’nun tecellilerine (parçalarına) saygılı davranmaktır. Bu demek, pratikte bir şeyi yapmak demektir. Pratikten kaçıp teolojiye sarılmak bakın nerelere taşıyor. Eli yallah derken dili Allah diyenler tam da bu noktadan türüyor. Adeta günümüzde “Allah’ı anma aşısı” bu. Çünkü pratiğe böyle yansıyor. Bakın bir kamu adamımız “Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır” diyor. Şimdi bu ne diye hiç düşündünüz mü? Sormak gerekmez mi “mafyadan ayda 10 bin dolar maaş alan siyasetçi var” dediniz ama kim olduğunu söylemediniz neden saklıyorsunuz? “Allah bunu mu yaptırıyor” yoksa? Hım demek ki sevdiğin zaman, adaletli davrandığın zaman, merhamet ettiğin zaman, bir hakkı hak sahibine verdiğin zaman ve bir hakkı müdafaa ettiğin zaman. Hâsılı “bir yalanı ifşa edip gerçeğe dönüştürdüğün an” Allah’ı anmış oluyorsunuz.

Allah’ın gönderdiği dinde (her biri fiil olan) şu ana başlıkları vermek mümkün:

– SALAT (yardımlaşma- dayanışma- paylaşma. Allah’ın dininin bel kemiği)…

– ZEKÂT (vermek, ihtiyaçtan fazlasını ihtiyaç sahiplerine dağıtmak)…

– HESAP VERMENİZ GEREĞİNE İNANMAK (yok öyle sınırsız yetki ve sıfır sorumluluk).

Kısacası Allah sevgi ve merhamettir (rahmandır), hak, adalet, doğruluk ve gerçekliktir. Ve Allah’ın isimleri bunlar olduğuna göre bunlardan birini yaparsan Allah’ı anmış oluyorsun. Dahası insan; dünyada insanlar nezdinde dinsiz olarak görülüyor olsa da Allah’ın bütün istediği işleri yapıyorsa öyle görünmesinin bir önemi yok. Zira Allah amellere bakacak. “Hayatı ve ölümü, hanginizin daha iyi amel işlediğini belirlemek için var ettim” diyor zaten… Allah’ı anmak tam da burada saklı.

Yaratıcı birilerinin size taktığı sıfatlara bakmayacak. Yani onun istediği kavramsal olarak netleştirilmelidir.

İnsanın insana, hayvana, doğaya, havaya, suya, hukuk ile adalete gösterdiği ihtimam ve verdiği değer, Yaratıcıya gösterdiği saygı ve ona olan tazimdir.

Keşke günümüzde bu durum güncellenebilseydi. İşte insanın kendisini tanıma gayreti ile Müslüman kelimesi yeniden yorumlanmalıdır. (Her kâfirin her sıfatı kâfir değildir, nitekim her müminin her sıfatı mümin olmadığı gibi. Mesela yalan, bir küfür sıfatıdır! Bir insan yalan söylüyorsa, yalan yazıyorsa veya siyasetçi sizi aldatıyor, verdiğiniz vergileri çarçur ediyorsa adını siz koyabilirsiniz).

Evet… İnsanlar isimleri ile değil hatta inançları ile de değil yalnızca davranışlarıyla değerlendirilecek. Çünkü o inançların zaten o amelleri size yaptırması gerekiyordu! Yani Allah size “Senin adın neydi, hangi partiye oy verdin, hangi ideolojiye sahiptin, sana ne diyorlardı sağcı mı, solcu mu, Müslüman mı, Yahudi mi, Hıristiyan mı?” diye sormayacak. Bunlar insanların birbirine dünyada taktığı isim ve sıfatlardır sadece. İnsanların birbirine üstünlük kurmakta kullandıkları beşeri icatlardır. Allah bunlara bakmayacak. Mesele çok nettir: “Kim daha iyi amel işliyorsa zirve onundur.” Tefsiri şudur:

– Ben sana nasıl davrandım?

– Yalan söyledim mı?

– Kandırdım mı?

– Kul hakkı yedim mi?

– Çaldım mı?

– Öldürdüm mü?

– Doğayı katlettim mi?

– Bastığım toprağı sevdim mi?

– Kula kulluk ettim mi?

Hâsılı kelam Allah’ın bütün istediği işleri yapıyor fakat dünyada insanlar nezdinde dinsiz olarak görülüyor isen bunun bir önemi yok. İnsan olmanın anahtarı budur.

Ne yazık ki geçimini “Allah, peygamber, din, devlet ve millet edebiyatıyla” sağlayanların devranı hız kesmiyor! Oluşan ruhban takımının kâbusu toplumun üzerine çökmüş durumda! Yukarıda talanda ittifak, aşağıda ise yalanda ihtilaf ve mahalleliler arası kavga var.

İşte böyle sonuçta küçük resimde tencere- kapak, paydaş olunca “büyük resmin çerçevesi” kırıldı. An itibari ile yalan da maymunlaştı. Yalanı bu kadar pişkin ve bir düzen içinde sunmak ancak günün sorumlularına yakışıyor.

Şu anda enerjiyi en ucuza tüketen ülkeyiz diyorlar ya ϑ Hem de bedel ödeyen kesimin gözünün içine bakaaaa baka övünerek söylüyorlar. Peki, “en düşük asgari ücret hangi ülkede” diye soru soran yok, irdeleyen yok, hesap soran yok. E zaten hesap veren yok!

Belki de en büyük açmazımız bu. Yahu nerede ise mucize ’siz günümüz yok. Kör taassup, daha çok din ile uyuşturulan insanlara yutturuluyor. Oysa mucize, aklın ve vicdanın katilidir. Tüm mucizeler projedir, insanların zihinlerini suni kurallarla donatmaktır. Sadece ‘gücüne güç katanlar, güce tapanlar, malına mal katmak isteyenler, yalanlarla yaşayanlar’ mucize ister, diğerlerini sıradanlaştırmak için. Mucize insanın eşya ile ilişkisini yani ontolojisini bozduğu gibi, zihniyeti de bozar.

Nitekim bozulmadık ne kaldı? Vicdan gözü ile bakın isterseniz, tablo net. Yalanı lüzumlular kullanınca ülkede çatı çöktü, lüzumsuzlarla enkaza dönüştü. Topyekûn mezarlık toplumu olduk ve toplum “yalan ve yanıltma ile ülkeyi domine eden bir sistemin pençesinde” kıvranıyor. Sadece Karadeniz’de 19 yılda 3 kez doğalgaz, 2 kez petrol bulundu ama karaya sadece balık çıktı. 

Fosil Mehmet Barlas “Bulunan doğalgaz kaynaklarının Avrupa’nın bile ihtiyacını karşılayabileceği söyleniyor” diyor. Yahu yıllardır gaz çıkarılıyor! Demek ki metabolizmada sıkıntı olduğu kesin. Anlaşılan “büyük resmin kırılan çerçevesi” işte bu yüzden. İnanmıyorsanız her seçim döneminde keşfedilen petrol ve doğal gaz yataklarını hep beraber hatırlayalım.

* 2007 Genel seçimler: Trakya ve Tuz Gölü’nde doğalgaz, Manisa’da petrol.

* 2009 Yerel seçimler: Manisa, Niğde, Diyarbakır, Isparta ve Antalya’da petrol.

* 2010 referandumu: Ergani ve Manisa’da petrol.

* 31 Mart 2014 Yerel seçimler: Diyarbakır’da Türkiye’nin 40 yıl ihtiyacını karşılayacak kaya gazı. *

7 Haziran 2015 Genel seçimler: Trakya’da 600 milyon metreküp doğalgaz.

* 1 Kasım 2015 Genel seçimler: Karadeniz’de 30 miyar metreküp doğalgaz.

* 24 Haziran 2018 Genel seçimler ve cumhurbaşkanı seçimi: Mardin, Şırnak, Hakkâri, Batman ve Siirt’te petrol, Trakya’da doğalgaz.

* 31 Mart 2019 Yerel seçimler: Siirt’te petrol, Trakya’da doğalgaz.

Bitmedi! “18 yılda 31 kez petrol ve doğal gaz bulunduğunu… Son 10 yılda 71 kez otomobilin yolda olduğunu ve 5 yılda 4 kez yerli uçak üretildiğini” duydum ama görmedim.

GÖREN VAR MI?

İlim, fen ve askeri sanayide serbest atışlara ve cumhuriyetimizin satılan değerlerine girersek çıkamayız. Onun için girmeyelim. Şimdi; yoktan var ettikleri ülkeyi kurum ve kuralları ile bize bırakan dünkü SARHOŞLARA(!) bakın, bir de üzerinde tepinen bugünkü SARHOŞLARA bakın.

Yalanın ne ve nelere kadir olduğunu göreceksiniz. Bakın hala ülkede 6,5 milyon aile sosyal yardım alıyor. Bu yaklaşık 25 milyon ve toplam nüfusun %30’udur. Bu toplumdan nasıl bir sosyolojik yapı çıkar?

Yani “biri gökdelende, diğeri çöplükte” veya Necip Fazıl’ın şu ‘Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa’ dediği gibi… Gerçi bizdekiler şah ve padişah olmadan canavar kesildiler ki bu bir zulüm. Neyin sayesinde? Yalanın! O halde yalan ZULMÜN DE anasıdır.

Vallahi yalan sayesinde hukukunu arayan devletten, demokrasiyi ve kendisini arayan insandan ben şiştim, sizi bilmem. Bir dostumun bir yalan bağımlısını tarif ederken “eskiden ara sıra idi sonra çok yalan söylemeye başladı ve kendini bayağı geliştirdi şimdi artık hiç doğru söylemiyor” deyişi gibi.. Evet, yalan bir bağımlılık haline geldi. Adeta yalancıların ağzına karargâh kurmuş durumda. 

Hülasa “yalanlarla yaşamaya alışmak ise yalan olmaktır” vesselam.

    e medya Ltd. Şti. /Ankara

    Paylaş
    Bağlantıyı kopyala