Düşük Profilli, Bizim Çocukların Rövanş Demokrasisi
Klan siyasetinin kota demokrasisi de denilebilir. Dün ilk ders Atatürkçülük idi bugün ise Çanakkale ambalajı ile Gazze.
12 Eylül darbesini müteakip ilköğretim yılı, genç bir matematik öğretmeni olarak Kurmay Başkanı ile ilk dersin konusu Atatürkçülük idi. 45 yıl sonra yine yeni bir ders yılının ilk günü ve orta okul- lise düzeyinde ilk ders, MEB genelgesiyle “Çanakkale’den Gazze’ye bağımsızlık ruhu ve vatan sevgisi.” Nasıl ama? Hem de “Çanakkale Savaşında Türk ve Filistin halklarının omuz omuza savaşarak gösterdiği kahramanlık ve fedakârlık” anlatılarak.
Bu “omuz omuzayız”ı ilk defa duydum doğrusu. Tarihte asla böyle bir şey yok. Tam aksini, başta merhum Fahrettin Paşa ve birçok tarihçimiz anlatıyor.
Peki dün varlığımızın kilometre taşı olan güzel İzmir’imizin Kurtuluş günü idi Sn. Bakan! Hem de yüksek bir deha ile kavranabilen kağnının kamyona galebesi, süvari ile (çarıksız, kanayan ayaklarıyla) piyadenin beraber yürüdüğü, dünyada eşi görülmemiş bir kurtuluşun belgeseli…
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşanın haritayı serdikleri, bir kırık kağnı üzerinde geliştirilen stratejinin taşıdığı başarı ve onun (esir düşen) Yunan orduları Başkomutanı General Trikopis’e “Benden bir isteğiniz var mı?” diye insanlık dersi verdiği zaferin yıldönümü idi dün.
4500 evden 20 küsur evin kaldığı yanıp yıkılan Alaşehir’de bir harabeden zaferle çıkılan, ayağı çarıklılar ile yüksek bir dehanın bütünleşmesinin yıldönümü idi dün.
…ve kurtuluş sonrası gazetecilerin “Peki bundan sonrası?” diye sordukları soru üzerine Mustafa Kemal’in, “Bizim için asıl savaş yeni başlıyor. Süngü savaşı bitti aklın, ilmin, fennin ve teknolojinin savaşı şimdi başlıyor.” diyerek, aklın rütbesinin sahnelendiği vakadır. Sahi hangi omuz omuza?
Şaşırmadım tabi… Atatürk anlaşılsaydı 1980’de lise son sınıf öğrencilerine Atatürk’ü anlatma; din anlaşılsaydı bugün de Müslümanlara dini anlatma lüzumsuzluğu olmayacaktı. Ve laiklik anlaşılsaydı aklın- ilmin- bilimin öncülüğünde demokrasiyi tatmış olacaktık.
Evet, yıl 1980 Erzurum / Aşkale Lisesinde Matematik öğretmeniyim.
12 Eylül 1980 darbesinin hışmı kasırga kıvamında… Ve ilköğretim yılı başlangıç dersi, Atatürkçülük! O günlerde konjonktürel olarak yörede 4. Zırhlı Tugayı sistemin odağı tabi. Tugay komutanı- kurmay başkanı ve hiyerarşik olarak rütbelilerle paydaş birer öğretmen arkadaşımız her bir sınıfta Atatürk’ü anlatacak. Okul müdürümüz “Saim’ciğim sen kurmay başkanımızla 6. Sınıfta berabersin.” deyince “Yapma hocam.” dedim. Fakat “İtiraz yok,
lütfen.” Eh… Eşinin de meslektaşımız olduğu Kurmay Başkanı Kurmay Albay Orhan Coşkun Bey ve eşi Aysun Hanımla beraber aynı sınıfta “Türk Milliyetçiliği fikir sistemi zincirinin ilk halkası Orhun Abideleri, son halkası Cumhuriyetimizle bütünleşen, gençliğe hitabesinde anlamını bulan evrensel mesajıyla Mustafa Kemal Atatürk’tür.” diyerek sözü tamamladığımda zil çalmıştı. Oysa Orhan Bey ve Aysun Hanımın da konuşmaları gerekirken haklarını büyük bir iştahla gasp etmiştim (!) her ikisini de saygı ile selamlıyorum. Orhan Coşkun Bey’in çıkışta haklı serzenişini unutamam.
Esasen durum milletimizin, özellikle isyansız bir 5 yılı olmayan Osmanlı ile makus geleneğinin bir tecellisiydi! Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, kan ile çizip mabetlerle mühürlediği sınırlarımızla kurduğu Cumhuriyetin içini, demokrasi ve insan hakkı ile doldurmaya maalesef ömrü yetmemişti. Kendisinden sonra, her ne kadar yine demokrasinin kodları onun misyonunu üstlenenlerce verilmiş olsa da, onun eksikliği ile temel harç demokrasinin alt yapısına yetmemiştir.
1948- 1950’lerle ABD’nin Marshall Planı ve yine Arapça ibadet vs. saçmalığı ile başlayan, 1960’a kadar severek parlatılanlar ve 1970’e kadar döverek parlatılanlar… 1980’e kadar kaybedilen kuşaklar ile yeniden 1980 müdahalesi, muhtıralar vs. den sonra aşamalı olarak alt yapısı ile sahne alan dincilik… Ne acıdır ki ülke;
* Osmanlı ile Cumhuriyet,
* Abdülhamit- Vahdettin ile M. K. Atatürk,
* Laiklik ile şeriat arasında askıda 80 yıldır çırpınmakta!
…ve son 20 yıldır “Demokrasi insan ırkının ümididir.” diyen Gazi Paşa ve onun şahsında kurduğu cumhuriyete diş bileyen orta çağ kalıntıları, kaygılarını kaşıyarak, mağduriyetleri ve istismarları kutsayarak yeniden sahne aldılar ve din ile dizginledikleri bu toplumda yeniden kula kulluğu kader kıldılar.
… Bugün de unuttukları yetmemiş gibi İzmir’i unutup Çanakkale ambalajı ile Gazze ihdas ettiler. Yetmedi devlet eliyle çocuklarımızın zihin dünyası kuşatılmakta.
Evrensel kuraldır; demokrasi, alt yapısı olmayan toplumdan kaçar / barınamaz. Dahası alt yapısı olmayan toplumda demokrasi soysuzlar rejimidir. Çoğulculuk, yerini çoğunlukçuluğa bırakır. Adaletin yerini güç, liyakatin yerini teslimiyet alır. İşte bu toplumun adı, mezarlık toplumudur. Aşağı yukarı girdabından kurtulmaya çalıştığımız 80 yılın macerası budur.
Bu kadar detay neden mi? İşte 100 yıllık cumhuriyetimizin 80 yılının adı demokrasi olsa da tadı monarşi- oligarşi- otokrasi, adeta bölünmenin ve husumetin pompalandığı, kural koyucuların kabile demokrasisidir. Yani bu dönem devleti temsil için görev alanların ‘devlet benim’ dediği zaman dilimidir.
Devleti “Devletler tahakküm kurumlarıdır, öldürerek ayakta dururlar.” diye tanımlayan İbn Haldun haksız mı? 80 yıldır her 10- 15 yılda bir darbe, mektup ve muhtıralarla kan akıyor. Hasarı malum; ülkenin sigortası olan (sağ ve sol) 3 kayıp kuşak / isyan potansiyeli.
Sosyal köklerimiz dedik ya; tarihimiz boyunca Türk Devlet ve Milletinde hep gücü ele geçiren yukarıdakilerin karakteri aşağıdakilere kader olmuş ve adeta kast oluşmuş, “Devlet benim, ben devletim, benim için bu haktır.” dedirten sapkın algı şeytanı bile mahcup edecek kadar asıl beka meselesi haline gelmiş ve asla yakamızı bırakmamış. Bakın 80 yılın icmali şudur:
– Dünün laik çeteleri… Medya mareşalleri…
– Günün dinci çeteleri… Medya kralları…
– Dün elinde laiklik sopası taşıyanlar…
– Bugün elinde din sopası saltanat aşkına yanıp tutuşan servet kodamanları ve bu gidişle yarına gebe bir ülke.
Görülüyor ki düzenler değişse de düzen ve düzülenler değişmiyor. Demek ki mücadele, hastalarla değil, hastalıkla olmalı. (Nasıl mı? Ayrı bir bahis…)
Kısaca bilinç düzeyimiz kendi cennetimiz veya cehennemimizdir. Bu düzey sağlanmadığı müddetçe Allah Allah diyerek gelip allahlaşanlardan; vatan, millet, bayrak diyerek gelip vatanı, milleti kölesi kılanlardan kurtuluş yok. Dün garnizon gücü postallılar, bugün ise din ile uyuşturan abdestiyle imge- simge ve sembollerle uyutanlar. Ne fark eder?
Evrensel ve aynı zamanda M. K. Atatürk’ün tanımına göre eğer “Cumhuriyeti kuran halk TÜRK MİLLETİ, değişik toplumları eşit olarak yönetme şekli DEVLET, ‘Halk nasıl yönetilir değil, halk nasıl yönetir?’ DEMOKRASİ” ise tam da o devleti arıyorum. Devlete sahip çıkmak uğruna gelip “Devlet benim!” diyenlerden, “devlet aklının” bir an önce kurtulması gerekir. Başta iktidar, sonra da sıra bekleyen muhalefet bu hastalıktan vaz geçmeli, ortak akıl devreye girmeli. Yoksa 80 yıldır sürüncemede bırakılan ve bugün oyalamanın devam etmesiyle derinleşen bu boşluğu, hesaba katmadıklarınız dolduracaktır, biline!
&
Meselenin tefsiri şudur: Akıl ve vicdan, liyakati gerektirir! Zira; akıllılar ittifakta, cahiller itilaf ve kavgada, zalimler çıkarda- ihtirasta yarışır. Bu durumda fırsatçılar zemin hazırlar ve küresel efendilere yem olursunuz.
Şununla paylaş: