Sadi Yılmaz
sylmz3825@gmail.com
Her şey var, huzur yok
Bu haftaki yazımda, geçmişe ait yaşantılardan yola çıkarak, geçmişle bugün arasındaki bazı farkları ortaya koymaya çalışacağım sizlere. İşte bu nedenle öncelikle geçmiş hayatlardan bir kesit sunmak istedi.
Maddi olarak çok varlıklı bir ailenin değil, memur
bir babanın beş çocuğundan biri olarak geçti çocukluğum. Sağlık görevlisi olan babamın maaşından başka geliri yoktu, ama sonsuz itibarı ve saygınlığı vardı. Ömrü boyunca manevi olarak sahip olabildiği tek ailesiydi. Okumanın önemini onun kadar iyi kavrayabilen bir insana çok az rastladım ben. “Siz yeter ki Allah’ın istediği gibi inançlı, vatansever ve dürüst insanlar olun, zengin değilim ama eşyamı satar gene sizi okuturum” dediğini dün gibi hatırlıyorum.
Bir memur maaşı ile aynı anda beş çocuğu okutmak her babayiğidin harcı değildi. Bunu, büyüyüp çoluk-çocuk sahibi olunca anladım. Tabi bu konuda annemin babama olan desteklerini de asla unutamam. Adım gibi eminim ki, bize hiçbir zaman haram lokma yedirmediler. Allah onlardan razı olsun, mekânları cennet olsun inşallah.
Çocukluğumu hatırladıkça duygulandığım en güzel hatıralardan biri de, babamın maaş aldığı gündü. Babam maaşını aldığı gün, bizim ve onun için adeta bayram olurdu. O, maaşını alıp eve gelirken mutlaka kasaba uğrar, bir kilo da olsa et alır ve o gün evimizde mutlaka etli bir yemek yenirdi. Aldığı maaşla beraber, bizim yörelerde divan denilen, odanın penceresi önündeki sedire oturur, o ay aldığı borçlar ve taksitlerin yazılı olduğu kağıdı cebinden çıkararak paraları bölüştürmeye başlardı.
Şu şuraya olan borç, şu şuranın taksiti, şu filanca oğlanın ihtiyacı için, şu elektrik parası için, şu su parası için vs diyerek bütün parayı bölüştürdükten sonra geriye neredeyse hiç bir şey kalmazdı. Ama ödemesi gereken bir önceki aya ait borçlar ödenmişti, ondan mutlusu yoktu o gün. Önümüzdeki bir ay için gene borç bulması gerekirdi. Allah’a çok şükür bu konuda sıkıntısı hiç yoktu. Babam da, bir defa olsun aldığı borcu geri istetmemiş, çok defa zamanından bile önce ödemiştir.
Belki bir çoğunuz bütün bunları neden anlattığımı merak ediyorsunuzdur. Kendi ailemden örnek olarak anlattığım bu hikaye, aslında geçmişteki birçok ailede var olan ve benzerleri yaşanılan hikayelerden sadece biri.
Eski dönemlerle kıyaslandığında, günümüzün hayat şartları çok daha kolay ve imkanlar çok daha fazla. Günümüz insanı, istisnalar haricinde, istediği şeylere büyük ölçüde sahip. Altımızda son model arabalar, her yerde insanlarla dolu ışıl ışıl lokantalar ve eğlence mekanları, eskiden olsa saray diyebileceğimiz evler ve benzeri birçok imkan artık elimizin altında emrimize amade. Kimse artık yamalı elbise giymiyor, ayakkabılarını tamir ettirmiyor. Açlık artık bir tehdit olmaktan çıktı.
Kısacası, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda.
Fakat ortada garip bir şey var; insanlarda huzur yok. Ortalıkta eskiye göre daha asık suratlı, daha sinirli ve hiçbir şeyle yetinmeyen bir sürü insan dolaşıyor. Her türlü gelişmişlik ve imkana rağmen, toplum güvensiz ve buhran içerisinde. Peki sahip olduğumuz bütün imkanlara rağmen bu mutsuzluğun sebebi ne? Ne değişti de biz mutsuz bir toplum haline geldik?
Söylediğim gibi, eskiye göre çok daha iyi şart ve imkanlara sahibiz. Elhamdülillah karnımız doyuyor. Fakat, bütün bunlara rağmen ihmal ettiğimiz bir şey var, ruhumuz. Yani karnımız tok ama, ruhumuz aç. Yaşadığımızı sandığımız hayat bize zevk vermiyor. Hatta bazen ıstırap oluyor hatta bizi bunalıma sürüklüyor. Bunun sonucu olarak ta intiharlar, cinayetler ve isyanlar başlıyor.
İnsanlar vücut açlığına katlanılabilirlerken ruh açlığına tahammül edemezler. Eğer bu açlık normal yollardan giderilmezse araya nefis girer ve insanı yanlış yollara sevk eder. Bu nedenle “ruhumuzu mu doyuruyoruz yoksa nefsimizi” hususunda çok dikkatli olmak gerekir.
Yazımın sonunda özetleyecek olursam, eskiden bir şeyimiz yoktu, ama huzurumuz vardı. Önce şükür bitti, sonra samimiyet ve sonrasında da sırasıyla bütün güzel değerlerimiz. Ama hepsiyle birlikte huzurumuz da gitti.
Şununla paylaş: